Mavi gökyüzü ve rengarenk yeryüzünün güneşe esir olduğu bir öğle vakti Timur, yine, her zamanki gibi okuldan gelmesiyle birlikte ekmek almaya çıkmış; açlığın getirdiği sabırsızlık ve sabırsızlığıyla inatlaşan yorgunlukla beraber kendisini yine sokağa atmıştı. 


Kollarını bir yana sallayıp ağır adımlarla okuldaki teneffüs müziğini ıslık çalarak söylemeye, ritmini kendince uydurmaya çalışıyordu. Üç-beş kişilik halk ekmeği sırasında yine kendisine sıra gelene kadar şarkıyı kendi kendine mırıldanmış, becerebildiği kadarıyla söylemeye çalışmıştı.


Gün yine aynı sıcaklıkta, ekmek yine aynı tazelikteyken ve ekmeğin ucunu yine aynı iştahla mideye indirirken Timur, az önce geçtiği ağacın dibinde bir şey fark etmiş olacak ki geriye hızlıca dönüp baktı. Yaklaşıp biraz eğildi. Yaralı, kanadının bir tarafı kanlar içinde kalmış kargaya baktı. Timur yaklaşmasına rağmen karganın hiç korkmamasına şaşırdı. Çünkü kargaları az çok bilirdi ve en ufak tehditte hemen kaçacağına birçok kere şahit olmuştu. Timur biraz daha yaklaşıp dikkat kesilince karganın ağır yaralı olabileceğini düşünüp hemen planlar yapmaya başladı. İlk olarak acıkmış olabileceğini düşünerek karganın önüne ekmeğin içinden bir parça atıp bekledi. Kargadan herhangi bir tepki yoktu. Yeni bir parça daha attı. Yine bir hareket yoktu. Timur etrafına düşünceler içinde baktı. Hızla gelip geçen araçlar dışında kimsecikler görünmüyordu. Kargaya dönüp “Sakın bir yere gitme! Tamam mı?” dedi ve cadde üzerindeki esnaflardan ilkine girdi. Burası babasının sürekli malzeme aldırdığı nalbur dükkanıydı. Kasadaki orta yaşlı adama yanaştı: “Abi, sende küçük karton kutu var mı? Bana lazım da!” dedi. Nalbur başını azıcık kaldırıp tekrardan işine devam ederken hiç umursamadan “Yok yakışıklı. Yandaki bakkala sor. Haydi!” dedi. Nalburu ve onun ilgisizliğini unutup küçük adımlarıyla hemen bakkala doğru koşturdu. Ağın içindeki plastik toplara göz ucuyla bakarak eski olduğu renginden anlaşılan, çikolata ve sakızla doldurulmuş tezgaha yanaştı. Yukarıya doğru bakarak gazetedeki bulmaca sayfasını kurcalayan ve sanki hayatın sırrını bulmaya çalışır gibi duran adama seslendi: “Amca, Bakkal Amca! Sende kutu karton var mı?” 


Dikkati dağılan bakkal, hayatın sırrını sanki karşısındaki çocuk yüzünden kaçırmış gibi öfledi. Gözlüğünü çıkartıp göğsüne doğru bıraktıktan sonra çocuğa baktı:

“Var, ne yapacaksın?” 


“Hiiiç!”


“Hiçmiş! Hiç olur mu lan! Neyse, uğraşamayacağım şimdi seninle. Kapının arkasından bir tane al. Marş!”


“Sağ ol be Amca!” deyip karganın yanına vardığında kuşun hâlâ aynı yerde ve aynı şekilde, bıraktığı gibi durduğunu gördü. Yavaş adımlarla, ürkütmeden yanaştı. Kargalar sevilir miydi? Bilmiyordu. Nefesi kendine geldiğinde önce sevmek için sol elini uzattı, sevdi. Karga en ufak bir tepki vermiyordu ve Timur en çok da bu duruma şaşırıyordu. 


Kargayı elleriyle tutup güzel sözlerle kutuya koyduya koydu. Biraz daha ekmek içi atıp kutuyu koltuk altına aldıktan sonra evinin yolunu tuttu. 


Timur, şimdi anne ve babasının kargayı besleme isteğine nasıl bir tepki vereceklerini düşünüyordu. Annesi merhametliydi ve belki iyileşene kadar izin verirdi ama babasının pek merhametli olduğu söylenemezdi. Kızar ve birden hiddetlenerek hayvanı sokağa hatta sokak köpeklerine bile atabilirdi. Düşünceleri aklının ucundan tane tane ama hızlıca geçerken kutunun içindeki kargaya bir daha baktığında sanki onunla göz göze gelmiş ve karganın kendisi için neler planladığını anlamış olduğunu düşündü. Gözleri çektiği acılardan biraz yaşlı, kanadı ise sarkıktı. Karga ağlıyordu sanki. Kuşların bu zamana kadar ağladığına, gözyaşı döktüğüne hiç rastlamamıştı. Birkaç sene öncesinde Boncuk isimli muhabbet kuşuna sahipti ve onun bir kez olsun gözyaşı döktüğüne şahit olmamıştı. Acaba kargalar farklı mıydı? Onlar da tıpkı insanlar gibi ağlayabiliyor ve kimden, nasıl zarar gelebileceğini hissedebiliyor muydu? 


Birbiri ardınca gelen sorular ve eve geç gelmesinin getirdiği tedirginlikle bir elinde karganın içinde olduğu kutu karton, diğer elindeki ekmekle apartmana girdi. Kapıyı çalmadan önce kargayı nereye koyacağını, eve sokmadan önce babasından izin alması gerektiğini düşündü. Sağa sola bakındı. Alnının kaşınması ve alnına dokunmasından sonra anladı ki terlemişti.


İşte! Annesinin sebepsiz kızması için bir neden daha... Boş verdi. Kargaya baktı. Tekrardan göz göze gelince aralarında bir bağın oluştuğunu ve bu bağın sonuna kadar çakılan çivi gibi güçlendiğini hissetti. Etrafı bir daha gözden geçirip kutuyu ayakkabılığının yamacına koydu. Kuşa dönerek, “Sana su getireceğim şimdi, tamam mı? Bir de senin ne yendiğini anneme soracağım. Azıcık bekle yaranı da sararız.” diyerek kapıyı çaldı. Annesi sanki kapıda bekliyormuş gibi hemencecik açtı. Üstündeki mutfak önlüğünden, elindeki bıçaktan yemek yaptığı anlaşılıyordu. 


“Nerede kaldın sen! Kaç dakika oldu göndereli! Yine ödevlerini yapmadan pasaklı arkadaşlarının yanına mı gittin?”


Timur, annesi tarafından tutulan ve pek sıradan gelen bu sorulara aldırmadan içeri girdi. Annesinin yüzüne bakmadan “Anne kanadı yaralı kuşa ne yapılır? Bir de kuşlar genellikle ne yer?” diyerek direkt konuyu değiştirdi. Sorunun cevabı gelecekmiş gibi başını kaldırdı, annesine baktı. 


“Nereden geliyor aklına böyle sorular oğlum! Ne yapılır, ne verilir, ben nereden bileyim. Hem neden soruyorsun bakayım bunları?”


Timur başında bekleyen annesine kapıyı açarak kutuyu ve kutunun içinde yalnız, çaresiz bir hâlde duran kargayı gösterdi. Annesi az yaklaştı ve Timur’un sorularını şimdi anladı. Timur’a doğru dönüp “Oğlum bu hayvanın yeri burası değil ki. Onlar evcil olmadığından duramaz burada. Sesi kötü, sevimsiz bir hayvan olduğu için de beslenmez zaten. Hem baban çok kızar sana da. Onu nereden aldıysan çabucak götür, gel. Haydi oğlum!” dedi.


Timur annesini ikna edip babasından onay alamayacağını düşünmesinden sonra ilk atakta annesinden gol yiyince elinde olmadan şaşırdı, yüzü düştü. Annesi kabul etmiyorken babası neler diyecekti ve anladı ki imkanı yoktu, dışarıya bırakılacaktı. 


Timur, bir tek kelime etmeden, sessizce ayakkabılarını giyip karganın içinde bulunduğu kutuyu alıp dışarı çıktı. Karga, “Canını sıkma Timur, ben seni anlıyorum. Mecbur olmasan sokağa atmazsın beni. Biliyorum.” dercesine bakıyordu. Sokağın başındaki arsaya doğru yürüdü. Kartonu moloz yığınının arasında kalmış ağacın dibine bıraktı. Cebindeki parça ekmeği önüne attı. Kuşa doğru şefkatle eğildi. Karga da can kulağıyla dinleyecekmiş gibi başını kaldırdı. “Sesin kötü ama bu seni kötü yapmaz Kargacık. Sevimli değilsin, diyor annem ama ben okuldaki öğretmeninden duydum, siz çok akıllıymışsınız. Hem çirkin olan insanlar iyi olabiliyor. Hatta çirkinler daha samimi, daha arkadaş gibi davranıyorlar. Neyse...

Sen zeki bir kuşsun Kargacık nasıl kurtulacağını bilirsin. Sonra, ben yürürken sen uçarsın. Aaa! Gökyüzündeki arkadaşım olursun. Tüm arkadaşlarım kıskanır seni, biliyorum. Seni çok sevdim Kargacık. Unutma, artık biz arkadaşız ve sakın çirkin sesli ve sevimsiz olduğunu düşünme. Haydi hoşça kal!”


Timur evine doğru giderken iki kere arkasına baktı. Arkadaşı Kargacık kendisini izler gibiydi. Timur üzülmedi, aksine gökyüzünden bir arkadaş edindiği için çok mutlu olmuştu. Yüzü gülerek arkasına son kez baktığında kuşun yerinde olmadığını gördü. Uçtuğunu ve gökyüzüne, diğer kargalara karıştığını düşündü. Artık Timur, gördüğü her kargayı arkadaşlarına göstererek “Bakın! Yukarıya bakın! Bu benim arkadaşım Kargacık! Beni takip ediyor.” diyecekti.





Son.