Gökyüzü kapkara. Sabah olsa da kara olmasa da kara. Dikkatli olun insanları içine çekiyor bu kara gökyüzü. Bakın şurada bir topluluk var. Tartışıyorlar ve aynı zamanda gökyüzünün içine düşmemek için çabalıyorlar. En yaşlı olanları tutunmanın verdiği yorgunlukla:

-Acaba maviye boyasak düzelir mi?

Gençlerden biri atılarak:

-Biraz mantıklı ol, gökyüzünü boyayamazsın.

Yaşlı Adam:

-Fark ettiysen şu anda gökyüzüne düşmemek için çabalıyoruz, hem ben mantığı gökyüzü gündüz vakti karardığında bıraktım.

Genç, yaşlı adamın söylediklerinde haklı olduğuna ikna olmuştu ve aynı zamanda yaşlı adama içten içe saygı besliyordu. Anlamsız bir saygıydı bu çünkü yaşlı adam o an için mantığın mantıksızlığını basit ve mantıklı bir şekilde açıklamıştı gence. Bunda saygı duyulacak bir şey yoktu. Gencin anlamsız saygısının yanı sıra gökyüzünün çekim kuvveti hızlı bir şekilde artıyordu ve topluluktakiler yavaş yavaş mücadeleyi bırakıyordu. İnsanlar gökyüzüne düşüyordu bir bir. Çabalıyorlardı tüm güçleriyle tutunmaya çalışıyorlardı, dayanmaya çalışıyorlardı ama dayanmaya çalıştıkça düşüyorlardı. Yaşlı adam güçsüzdü, yaşlıydı, ilk onun düşmesi gerekirdi ama o bir anda bıraktı. Oradaki herkes tüm gücüyle dayanmaya çalışırken o bıraktı ve gökyüzünün çekim gücü muazzam bir şekilde arttı. Dayanmaya çalışanlar bir bir gökyüzüne düştü yaşlı adam hariç. Anlamıştı yaşlı adam. Bazen bizi güçlü yapan şeyin dayanmak değil de bırakmak olduğunu.