Henüz on üç yaşında iken koparılmıştı; arkadaşlarından, okuldan, sokaklardan, oyunlardan…

Henüz on üç yaşında iken unutmuştu; güneşi, ayı, yıldızları, gökyüzünü, maviyi…

Henüz on üç yaşında iken zorlanmıştı, bir çatı katında; korkarak, susarak yaşamaya.

Evet, o Anne Frank, on üç yaşında İkinci Dünya Savaşı’nı gören ve kaçarak yaşam mücadelesi veren Yahudi kız…



Anne Frank’in kısa ama zorlu hayatına bakacak olursak:


12 Haziran 1929 yılında Frankfurt, Almanya’da doğar Holokost kurbanı küçük kız... (Holokost: Nazilerin Yahudi katliamlarını adlandırma şekli.)

Anne Frank, beş yaşına kadar burada kalacaktır; babası Otto Frank, annesi Edith Frank ve ablası Margot Frank ile beraber. Bir banker olan Otto Frank’in işleri 1929 ekonomik buhranı itibarıyla kötü gitmektedir ve çareyi Hollanda’ya gitmekte bulur, 1933 yılında Frank ailesi Hollanda’ya yerleşir.

Buna sebep biraz krizdir, çokça korkudur; Nazi Partisi’nin iktidara gelmesinin korkusu…

Hollanda’da başlar küçük Anne okula. Sokağa ve arkadaşlığa da burada alışır fakat bu uzun sürmez, zira korkuları peşlerini bırakmamaktadır… Naziler girdikleri her yerde olduğu gibi, Hollanda’yı da yakıp yıkmaya ve burada bulunan bütün Yahudileri diğer Yahudiler gibi ya ölüm kamplarına yahut toplama kamplarına götürmeye niyetlidir. 1942 yılında Naziler Hollanda’yı işgal ederler, Frank ailesi ise diğer Yahudi bir aile ile beraber (Vann Dann ailesi) aile dostlarının ofisinin gizli çatı katında yaşamaya başlar. Anne buraya “Gizli Oda” ismini verecektir.

İşte bu çatı katıdır, bizleri Anne Frank’a yönelten; orada yaşadıklarıdır, yazdıklarıdır.

Anne Frank burada hatıra defteri gibi bir nevi günlük tutacaktır ve o günlüğü, onun tarihleri aşmasına vesile olacaktır… Gizli Oda denilen yerde başlayacaktır Anne’nin tutsaklığı, karamsarlığı, ümitsizliği, hasreti, bekleme ümidi…


Hayata yeni başlayan, onu yeni öğrenen bir genç kız ve tutsaklık; ne de birbirine tezat kavramlar ama… Tepesinde mavi göğü ve güneşi görememek, onu teninde hissedememek onun ruhuna göre değildir çünkü o rengârenk ve hayat dolu bir kişiliğe sahip genç bir kızdır. İlk ergenlik yıllarını burada karşılayacak olan Anne Frank, ne annesi ne ablası ne de diğer ailenin fertleri ile çok anlaşabilecek; onun dilini, ruhunu anlayacak sadece iki kişi vardır; biri babası Otto Frank, diğeri de hemen hemen yaşıtı sayılan Vann Dann’ların oğlu Peter’dir.

Anne Frank oradakilerin gözünde hâlâ şımarık küçük bir kızdır ve asla büyümeyecektir ama Anne ve yüreği her daim sessiz çığlıklar atacaktır “Ben büyüdüm!” diye fakat nafile, pek duyulmayacaktır. Dışarıdan, güneşten, rüzgârdan, soğuktan ve dahi dışarıda olan insanların yaşadığı her şeyden mahrum olan bu ailelerin tek tesellisi radyoda dinledikleri, savaşın sonunun yaklaştığına dair yalan ya da doğru haberler ve içlerinde doğan umuttur.


Anne, genç kız olma yolundadır ve kendini öyle gördüğü andan itibaren Peter ile aralarında biraz bilmezcesine, biraz çocukçasına, biraz da korkarcasına bir münasebet başlayacaktır. Bu hapis hayatında birbirlerini dinleyecek, tanımaya başlayacak, birbirlerine destek olmaya başlayacak ve “Bir gün kurtulursak…’’ diye başlayan hayaller kuracaklardır…

“Gizli Oda’’ Anne’nin yeni okulu olacaktır. Burasıdır, onu güzelliklerden alıkoyan; burasıdır, onu arkadaşlıktan koparan; onu ümitsiz bırakan da burasıdır ama yine de onun ilk gençliğine şahit olan, ona ilk aşk heyecanını tattıran, beklemeyi öğreten; onu kurtulma umudu ile bekleten yer de yine burasıdır…


Savaşın bitmesine kalan süre iki aydı, tutsak yaşayanların kurtulma ümidinin gerçekleşmesine kalan süre iki aydı lakin ihbar edilecek ve Gestapo tarafından yakalanacaklardır… (Gestapo: Alman gizli siyasal polis örgütü.) İçlerinde yaşattıkları son ümit de son bulacak ve Anne Frank, annesi ve ablası kadınların bulunduğu kampa; Otto Frank ise başka bir kampa gönderilecektir. Annelerini kampta kaybeden kız kardeşler, gençlerin çalıştırıldığı bir kampa işçi olmak üzere gönderilirler ve ikisi de burada hayatını kaybeder, üstelik İngilizlerin kampı ele geçirip dağıtmalarına yalnızca iki hafta kala…


“Soğuktan ve açlıktan titriyordu, başı kabak gibi tıraş edilmişti. Vücudu da bir iskeletten farksızdı. Tifodan ateş gibi yanan Anne, bütün bunlara dayanamadı ve ablasından birkaç gün sonra o da öldü, cesetleri müşterek bir çukura gömdüler…” (Arkadaşının gözleriyle ve sözleriyle küçük Anne’nin ölümü.)


Frank ailesinden hayatta kalacak olan tek kişi baba Otto Frank olacaktır ve bir süre kızlarını bulma ümidi ile koşacaktır her yere… Ama er geç duyacaktır baba Frank kızlarının ölümünü. Otto Frank için tek teselli Anne’nin bulunan günlüğü olacaktır. Aile dostları Miep, Frank’lerin yakalanmasından sonra Gizli Oda’ya girmiş ve bulmuştur defteri, sonunda Otto Frank’e ulaştırmıştır. Büyük baskılara maruz kalması ve savaş zamanlarına şahit olması sebebiyle Anne Frank’in “Hatıra Defteri” babasının da çabalarıyla yayımlanmıştır.


Birçok şair yahut yazar gibi savunduğu bir dil ve edebiyat görüşü yoktu, hatta onun çok fazla eseri de olmadı çocukken yazdığı birkaç hikâyenin dışında ama edebi açıdan anlam kazanan duygu ve acı dolu bir günlük, tarihi açıdan ise o döneme dair bir belge bırakmıştır küçük Anne…

Anne Frank, bu küçük kız günlüğüne defalarca, ünlü bir yazar ve haber peşinde koşan bir gazeteci olmak istediğini yazmıştır… Belki de küçük yüreği o kadar büyümüştü ki gelecek içine doğuyordu.

Onun yaşadıkları, yaşadıklarını anlatmaya çalışmasıdır onu ölümsüz kılan…