Önceden uzun bir suskunluktum balkon karanlıklarında. Rüzgarı, güneşi, yağmuru, karı, babasız evlerin hep kapalı perdelerini selamlayandım. Rakı masalarında en çok harcanandım. Yorulurdum kederden ağırlaşan gövdelerin altında. Bir ayağımı sigara niyetine yakıp demlenmeyi hayal ederdim böyle anlarda. Üç ayaklı, vasıfsız, çöp önlerinde kaderini bekleyen bir nesne olmayı göze alamadığımdan tüm gücümle direnirdim. Çoğu zaman rahatlamayı hayal ederken uykunun ağırlığı ile daha çok yapışırdı insan etleri kumaşıma. Suretimde iki kalça izi, dermansız gecelerden hep hatıra.
Yalnızlığım çoğuldu. Masa altlarında birbirine değen iki teni gördükçe ürperirdim insanlar da yalnızlığını çoğullaştırıyor diye. Çünkü ustamın ellerinden çıkmış, görmüş yirmi yılım vardı. Tanığıydım; insanın en kolay tene ihanet edebileceğinin. Hep masa arkalarında bekletildiğimden evlerin en gizli sırlarına vakıftım. Bazen hava ayaza keser ve unuturlardı beni balkonda. Çok üşürdüm. Kendimi yaksam, ısınsam, bir küçük kıyametin sebebi olsam diye aklımı bulandırıp dururdum. Hele kuşlar üstüme pislediğinde kocaman kollarım olmadığı için isyan ederdim. Tek ortak noktamızın aynı kumaşla kaplanmak olduğu takım arkadaşlarımla da geçinemezdim. İnsan olsam huysuz, lanet bir adam olurdum. Ama bu kadar duygusallıkla harcanırdım gün gün. Her sabah koşuya çıkar, köşedeki bakkaldan sigara alır, park köşelerinde ciğerimden öksüre öksüre ölürdüm. Kendime kara yazgılar biçmekte bir numarayım. Bunu unutmayın!
Oysa düşündüğüm en kötü kader bile bu kadar can yakıcı değildi. Devrildim. Bir çağ devrilir gibi oldu. Bir zamandan başka bir zamana düştüm. Paralel evrenlerin birinde insan olan tarafım yanlışlıkla dünyaya düştü belki de. Yan yattım. Titanik gibi. Çok keşkeledim. Keşke evin salonunda her akşam Aydın Bey'in altında akşam haberleri izleyerek ve ülke gündemine söverek kuruyan bir tahta olsaydım. Keşke tek derdim tahta kurularından kaçamamak olsaydı. Keşke atom fiziğiymiş, paralel evrenlermiş, kalpmiş, sevgiymiş hiç bilmeden yaşayıp gitseydim. Keşke her şey bir rüya olsaydı.
Biz eşyalar da rüya görürüz. İnsan olduğumuz rüyalar, âşık olduğumuz rüyalar, daha büyük evlerin salonlarının huzurlu köşelerinde yaşlandığımız rüyalar. Aslına bakarsanız çoğunlukla kendimiz olmaktan çıktığımız rüyalar. Hiçbir rüyamda da böyle bir son yoktu.
Onunla tanışmamı hiç unutmuyorum. Elektrikler kesikti. Şehir manzarasına karşı yapayalnızdım. Dalmıştım. Evin hanımının kardeşi gelmişti adını bir türlü telaffuz edemediğim şehirden. Batman diyorlardı. Betmen değil miydi ya o, diyordum. Batman-Betmen döngüsü Batmen olarak yerleşti tahtadan zihnime. Hep intiharlar kenti olarak anıldığından adını ironik şekilde öğrenmek aklımı gülümsetmişti. Ben o zamanlar henüz bilmiyordum gülmelerin ve ağlamaların kalpten başladığını. Zamanın tahtalarımı kupkuru hale getirmesi de umurumda değildi. Onu görmek cennette bilme ağacından elma yemek gibiydi. Kanatlarım çıktı çıkacaktı gözleri koyu yeşil kumaşıma değdiğinde. Kapkara gözleri vardı. O kadar küçüktü ki gözleri uzun uzun bakmasanız ay ışığının parlattığı iki zeytin tanesi sanırdınız. Kıvırcık ve dağınık saçları da karaydı. Teni de karaydı. Bakışı ve geride bıraktığı izlenim de karaydı. İnsanca ürpermiştim. Çünkü o kara buz bakışlar tahtaları teğet geçmiş içime işlemişti. Rüzgâr esmiyordu ama sarsıldım. Gözünü hiç kırpmadan bana baktı. Bakışı bakışa ekleyerek bakıyordu. Hep daha dikkatli, daha özenli. Binaya taşınırken ayaklarımdan birinin soyulan tahtasına insan etinde bir yara görmüşçesine baktı. Şehir karanlıktı. Saklanacak çok koyu bir atmosfer vardı. Ama ne yapıyor ediyor yaralarımı buluyordu. Çıplak hissetmiştim. Kumaşıma dokundu, tozları silkeledi zarar vermekten korkarcasına. O kadar gövde taşıdım. Kilolarca ağırlık hissettim bazen üstümde bu kadar titrememiştim hiç. Sarsıldım. Kokusu değdi burnuma. Kokusu bir dağ başında rüzgâra durmuşum gibi iç ferahlatan bir kokuydu. Derin derin çektim. Hayatın bir kokusu varsa bu olmalıydı. Sandalye olmaktan işte ilk kez o an utandım. Bir dilek hakkım olsa diye düşündüm. Ete kemiğe bürünsem. Buyur etsem onu serin bir akşama. Merhaba desem, gözleriniz gurbet gibi. Çok bakınca memleket yolları gökyüzüne açılıyor. Kıvırcık saçlarınız çok gece gibi insanın içinde yıldız arayası geliyor. O da bana baksa gülümsese ülkedeki tüm çocuklar tok yatmış gibi. Çok mu Pinokyo dinlemiştim ne. Saniyeler içinde değişen duygu durumum beni afallatmıştı. Dibime geldi. Oturdu. Onu taşımak büyük şerefti. Süngerlerimi keşke oturmadan tam şişirseydim. Biraz hafif yan yatınca süngerlerimin sönük yanları havalanıyordu. Geç kalmıştım konforlu hizmet için. Bir an dumanlar sardı etrafı. Korktum. Meğer tütün sarmış, yakmış sigarasını. Keşke karşılıklı içseydik, dedim. Kara gözlerinden birkaç damla yaş düştü. Huzursuzlandım. Derken sigaralar iki oldu, üç, dört, beş… Biri bitince diğeri sarıldı. İç sıkıntısı o kadar büyüktü ki bir gecede kumaşlarım birkaç yaş eskidi. Usul usul döküldü kaderinden. Henüz on yedisinde olduğundan. Kuzeniyle zorla evlenmeye zorlandığından. Bunları sonradan balkona gelen tanımadığım bir kadına anlattı. Ben bir gecede yüreğimin yerini öğrenmiş ve kendim dışında bir şeyler için üzülmüştüm. Gerçi artık onunla ilgili herhangi bir şey benim dışımda olamazdı. Bu neydi başıma gelmişti, kahretsin!
Ben o geceden sonra içeri alınmadım. Sigara kokusu sinmiş de her yerime, içeriyi kokuturmuşum. Onun kara gözleriyle buluşamayacak olmak beni kahretmişti. Sen sandalyesin oğlum kendine gel deyip duruyordum. Kendime neden eril cinsiyeti seçmiştim onu da bilmiyorum. İçim sıkılıyordu. Neydi bu hisler? Geceleri yolunu gözlemekten uyuyamaz olmuştum. Gıcırdıyordum başka insanlar oturunca. Rahatsızlık verecek her türlü eylemi yapıyordum. İstemiyordum ondan başkasını. Gece tenha vakitlerde beni ziyaret etmeyi ihmal etmiyordu. Ömrümün en güzel anlarıydı. Bütün konfor hücrelerimi açıyordum. Gözyaşları içimi acıtsa da bana gelmesi içimi büyütüyordu. Misafir odasına alındığını biliyordum. Keşke o odanın tek sandalyesi olmam mümkün olsa. Uyurken izlesem onu. Bazen üstümde otururken uyuyakalıyordu ama ben bana dönük yanağından başka bir şey göremiyordum. Ahh, insan olma telaşım! Kendimi ne çok unuttum.
Bir keresinde ablasıyla konuşurken sesinin tınısına içim gitmişti. Sertti ama merhametliydi de. Kendine şefkat duyan bir tondu. Babası dönecek bir evin yok, demiş. Son cümlelerinden anladığım kadarıyla yazgısına boyun eğmeyecekti. Henüz adını bile bilmiyordum. Ama elimden geleni yapacaktım. Boyun eğmemek istiyorsa beraber eğmeyecektik. Ben o karanlık gecede bana uzun uzun bakan dağ kokulu, esmer kadına çok ayrı bakmıştım. Tahtaların başına çürümek gelir, yanmak gelir, kırılmak gelir. Benim başıma aşk gelmişti. Kapıya dönük bir vaziyete gelene kadar rüzgâra dokundum. Savruk bedenim nihayet kapıya dönünce bir zafer duygusu kapladı içimi. Artık kapıdan girer girmez onu görecektim. Böylece süngerlerimi şişirecek, gıcırdayan yanlarımı bir yere sabitleyecek ve dünyanın en konforlu oturması için ona alan açacaktım. Düşlerim yarım kaldı. O gece gelmedi. Sonraki geceler de. Gündüzleri rüzgâr ve güneş yiyen sırtım ağrıyordu. İpliklerim artık kumaşı bir arada tutamayacak kadar yorgundu. Beni içeri almaları gerekiyordu ama ne yazık ki sigara külünden içime açılan bir oyuk sonumu getirdi. Ev sahibi beni odunluğa mahkûm etti. Artık hurdaya çıkmış eşyaların arasındaydım. Karşı komşunun üniversite okuyan oğlu misafirlikte gizli gizli sigara içerken içeriye aniden birinin girmesiyle heyecana kapılıp sigarayı benim üstümde söndürmüştü. Ben artık küllü, ben artık yangılı, ben artık yanılgılı bir hurdaydım. Diğer eşyalar gelişime sevinmişti. Ama içimden hiçbiriyle konuşmak gelmedi. Hiç güneş görmüyordu kaldığımız yer. Soluk cılız bir ampul aydınlık veriyordu üstümüze. Duvara ara sıra vuran gölgelerden siluetini yaratmaya başladım. Bir çeşit gölge oyunu. Esmer tenini gölgelerden hayal etmek zor olmadı. Üst taraftaki kanepenin yayları da kıvırcık saçlar. Bir tutam hayal gücü ve özlemle mücadele edebilme yeteneği. Utanmadan adını bilmediğim bir kadın tarafından çok sevilmişim gibi düşler de kurdum. Birkaç kat yukarda ablasıyla benim için tartıştığını. Dünyanın en güzel sandalyesi olduğumu düşündüğünü falan. Rezilliğe soyunuyordum anlayacağınız. Altı yıl önce gözlüklü bir doktorun üstümde otururken aşk en soylu rezilliktir, dediğini anımsadım. Kendime hep haklı nedenler yarattım. Özlemek çok yoruyordu. Gölgesine bile razıydım. Ama o gelmiyordu.
Geceleri hırıltılı bir uykuyu uyuyordum. Eşyanın tabiatında vardır. Kendi varlığını dayatmak ister. Bu yüzden aslında hepsinin kendine özgü bir sesi vardır. Onlar uyurken beni rahatsız ettiği için ben de hırıltılar eşliğinde onları huzursuz ediyordum kendimce. Günler böylece aktı. Gece ile gündüzü hesap ediyordum kendimce. Sonra çağlar sonrasına düştüğüm gece geldi çattı.
Bir gece odunluğun demir sürgülü kapısı gıcırdadı. Gözümü açtım. İki ışık, iki kara göz üst üste yığılan eşyaları izlemeye başladı. Adımları sarsaktı. Yerdeki birkaç tahtayı ezerek içeri girdi kapıyı kapattı. İçim kıpırdadı. Beni görsün istedim. Gözleri etrafı tarıyordu. Kapkara bir elbise giymişti üstüne. Ayakları çıplaktı. O kadar kara bir kadın nasıl böyle parlayabilir. Ayrı bir güzellik vardı üstünde. O an bir sahilde ayaklarını kumlara bastıra bastıra koştuğunu hayal ettim. Ona deniz kabuklarından sesler dinlettiğimi. Bana çok eski zamanlardan bir ninni söylediğini. Ben düşlerdeyken o çevreyi incelemeyi bıraktı. Bileğine doladığı halatla eşyaların en üstünde duran gövdemi kavradı ve indirdi aşağıya. O kadar özlem doluydum ki. Kokusunu çektim uzun uzun. Çocuksu elleriyle tozlarımı silkeledi. Tenime değen elleri beni sarhoş etti. Mutluluk sarhoşuydum. Oturdu. Bir sigara yaktı. İçti içli içli. Beni unutmamıştı. Bu kez gözyaşı yoktu. Garip bir kararlılık ve huzur vardı yüzünde. Artık her gece geleceğinden emindim. Duvarda gölgesini aramak yerine onu izleyecektim. Ben muradıma ermiştim. Ayağa kalktı o ilk günkü bakışıyla uzun uzun inceledi yine beni. Üstüme önce sağ ayağını attı, sonra sol. Şaşkındım. Sol ayağının topuğu tam yandığım yere denk düştü. Sanki İbrahim’in terk ettiği çölde İsmail ayağıyla yeni bir zemzem kuyusu açmış gibi oldu. Süngerlerim erimişti. Topuğu tam kalbimin üstüne geldi. Gıcırdamamak için epey ter attım. Ne yapıyordu böyle. Halatı üst taraftaki borulara geçirdi. Bir ilmek sonra bir ilmek daha. Son, uzun bir soluk aldı. Boynuna geçirdi halatı. Tam yanmış yerimden itti beni. Ben çok düşmüştüm. Hiçbiri bu kadar acıtmamıştı içimi. Devrildim. Gözlerim asılı bedenine kenetliydi. O kadar yangındı ki içim hiçbir zemzem söndüremezdi. Sesim yoktu. Bağıramadım. Devrildiğim yerden kalkmaya çalıştım. Ayak parmaklarının dayanak ararcasına oraya buraya uzanması ve benim asla ona el uzatamayacağım gerçeği belimi büktü. Bir ayağımın vidası söküldü o çaresiz çırpınışımda. Sonra bir diğeri. Üç ayakla çöp önünde kaderini bekleyecek bir nesne bile değilmişim ben. Bedeni kaskatıydı. Boynu kırılmış gibiydi. Çocukluğunu, ilk gençliğini, ilk korkusunu, boyun eğmek istemediği yazgısını merak ettiğim bu kadın beni ölümüne şahit tutmuştu. Benim bir çocukluğum yoktu. Gençliğim de. Kendimi bildim bileli arada bir değişen yüzümle evlerin rahatlığı oldum bir köşede. Misafirin sonradan masaya konulan yongası oldum. Bazen kar yedim, bazen sıcak çaylar döküldü üstüme. Bazen çok kötü kokan ayaklar bastı üstüme perdeler takılacak diye. İnsanlar çok kötü küfürler etti benim üstümden karşıdaki takım arkadaşımın üstündekine. Çocuklar ilk adımlarını atarken benden destek aldı. Ayrılık konuşmalarına şahit oldum. Evin en mutlu haberlerine de. Bir yaşım olmadan yaşadım iyi kötü. Ama artık bir yasım vardı. Ampul bedeninin arkasında kalmıştı. Duvarda sallanan gövdesinin gölgesi vardı. Eksile eksile izledim ben de. Kederden ilmek ilmek söküldüm. Ayaklarım yoktu. Kumaşım eprimiş yerlerinden ayrıldı. Sabah ezanı okunduğunda ölü bir bedenin altında paramparça olmuştum. Bir dilek hakkım olsa diye düşündüm. Ete kemiğe bürünsem. Çıksam sokaklar boyu ve ölmeden önceki ellerinden tutmuş olsam onun. Güneşli bir sabah çıksak yola ve gidebilsek küçük bir sahil kasabasına. Dilek hakkım yoktu. Ayakları son kez sallandı ve kapıda beliren bir gölge; nasıl kıydın kendine Melek, diye ağladı.
Melek'miş adı.
DENİZ KIŞ
2023-09-21T10:43:57+03:00👏👏👏