Süslü bir sabahın köründe ya da benim dipten çıkamayacağımı düşündüğüm bir anda beni kurtarmaya gelmiş gibi girmedin hayatıma. Öyle gelseydin benim sana imrendiğim gibi insanlar da bize imrenirdi, hiç haberin yok.

Bir kere gördüm seni; üstünde kot ceket, elinde Tesirsiz Parçalar vardı, gerisini hatırlamıyorum. Daha sana aşık olma ihtimalimle ilgili hiç fikrimin olmadığı ama seni deliler gibi beğendiğim, akşamına da gidip kitabın aynısından aldığım gündü o gün. Eve geldim, yoruldum, Tesirsiz Parçalar’ı sevdim, seni aklımdan çıkaramadım, hiçbir zaman öğrenemeyeceğim adını da Serap koydum. 

Havaları soğutacak kadar zaman geçti aradan, seni bir kere daha gördüm. Göğsümde camlar çarpmaya, çanlar çalmaya başladı, ömründe öyle kaos görmemişsindir Serap. Saçın topluydu, hızlı hızlı yürüyordun, bilmem nereye yetişiyordun, gerisini hatırlamıyorum. O günü bitirdim, içimdeki kaosu susturdum, aklımda iyice yer etmene izin verdim, sana aşık olduğumu kabul ettim.

Geçen hafta seni bir kere daha gördüm. Arka kapağından tanıyamayacak kadar yabancıydım elindeki kitaba ama seni senelerdir tanıyor gibi aşinaydım yüzüne. Kafanı kaldırınca bir anlığına göz göze geldik -sen fark etmedin bile beni, canın sağ olsun- gerisini hatırlamıyorum ama o anı ölsem unutamam. O gece kendime kahve yapıp balkona çıktım, üşüdüm, kahve soğudu, sana seslenmeye karar verdim.

Bu  sana seslenmeye çalışmamın ilk denemesi Serap. Seni bir kere daha görür müyüm? Ya da beni boşver, bu sefer sen beni görür müsün?