Eskiden Ankara’nın güneybatısında çiftçilikle uğraşan, çalışkan insanlar yaşıyordu. Bu insanlar toprağı işliyor, bol ürün elde ediyorlardı. Bir zaman geldi, bu toplumda bir takım sıkıntılar başladı. Düzenli bir kent yönetimi için bir kral seçmeye karar verdiler. Fakat nasıl bir seçim yapacaklarını bilemiyorlardı. Çünkü bir kral seçimi yüzünden halk arasında anlaşmazlık çıkabilirdi. Bunun için halkın sözcüleri, kentin en büyük tapınağının kâhinine başvurdu. Çünkü halk zor durumda kalınca gelecek için bu kâhinlere danışırdı. Kâhininin cevabı şöyle oldu:

—Çok erken saatlerde, henüz şafak sökmeden kim kentin meydanına -Agora’ya- yük arabası ile gelirse kralınız o olacaktır. Daha sonraki günlerde halk merakla kimin kral olacağını beklemeye başladı. Gordias, bu haberi öküzüyle tarla sürerken almıştı. Sapanları bir köşeye koyup düşünmeye başladı. “Bir yük arabası ama nasıl bir yük arabası? Ne koyabilirim? Nasıl yaparım?” diye düşündü. Güneş gitmeden tüm kızıllığını gökyüzüne sardığı vakit aklına bir fikir geldi.

Öküzler de yorulmuşlardı. Onları su oluklarının oraya bağladı. Gordias’ın ayağının altında dolaşan yılana bir tekme atıp kocaman ceviz ağacının gölgesinde oturdu. Tarla bataklık kenarındaydı, yılanları bol olurdu ama zehirsizdi. Zararları yoktu.

 

Heybesinden karısı Katmesus’un hazırladığı öğlen azığının çıkarttı. Bir yandan kocaman step geyiğinin sakıza çalan butunu bütün bir şekilde ısırırken bir yandan da atalarının bu topraklara nasıl yerleştiklerini düşündü çünkü anlatılan efsanelere göre Asya steplerinden Kafkaslara oradan da Anadolu’ya kadar yüzlerce yük arabalarıyla Ankara’ya kadar göç eden bir topluluğun bu toprakları yurt edinmiş çocuklarıydılar.

Step ayıları derlerdi burada yasayanlara. Çorak topraklara geldiklerinde Kilikya ve Kapadokya halkıyla yaptıkları yurt savaşlarında savaşçılıklarıyla kök söktürmüşlerdi. Kaybettikleri savaş yoktu. Eğer bir kral lazımsa o da bizden olmalı dedi Gordias. Çünkü eski düşmandan dost olmazdı.

Son zamanlarda kılıç dövme, ok eritmedeki ustalıklarıyla meşhurdular ama Asya steplerinden buralara kadar göç edebilmek için yük arabalarının da iyisini yapmış olmalıyız diye düşündü.

Yaşadığı köyün en yaşlısına gitmek için yola düştü, yaslı Bilge toplulukla ilgili kararlarında kendisine danışıldığı âlim bir şahsiyetti.

 Denilene göre evinin alt katında hiç kimsenin görmeye izninin olmadığı kocaman bir kitaplığı vardı. Nesiller boyu korunan Kiril ve çivi alfabesiyle yazılmış onlarca kitapta kim bilir ne sırlar vardı.

Bu kitaplarda şimdiye kadar bu topluluğun nesiller boyu ayakta kalabilmesinin sırları da yazıyor olmalıydı. Gordias, belki yük arabalarının da yapımını ondan öğrenirim diye duşundu.

Ak sakallı bilgenin kapısına geldiğinde ıssız ormanın ve çorak otlakların ardında kalan büyük ama çürük bir kapısı vardı. Bu kapı iki büyük kayayla sabitleniyordu. Kayanın açılan kısmı demir cevheri diğer kaya parçası ise antrasit kömür kuyusundan çıkarılmış gibiydi. Kendi kapısını yalnız bilge açabiliyordu. Sessizlik hüküm sürmüştü. 

—Tak Tak!

Kalın ve çatallı bir sesle mağaranın dibinden gelen yankılı ses:

—Sen Kimsin, dedi.

—Ben Gordias, Demirci Alexis’in torunu dedi. Dedesi Alexis’i tanıyordu. Çünkü sadece bu köyün değil, tüm civar şehirlerin bilinen en yetenekli demir ustasıydı.

Bilge:

—Demircilerin seyisi, ruhunu bu farklı boyutlardan gelen taşlara sürtüp içeriye girebilirsin, dedi. İçeriye giren Gordias’ın gözü, evin içindeki iki kocaman köpeğe takıldı. İçinden, ayılar gelse onları bile devirebilirdi dedi. Bilge, köpeklerin önüne kemiğe benzer bir şeyler attı; onları ıslık çalarak odanın öteki tarafına gönderdi. Gordias karanlık odanın içindeki şeyleri seçmekte zorluk çekiyordu. Bir anda kulağının dibinde bir çığlık sesi duydu. Yeşil bir papağan omzuna konmuştu.

—Bu papağan sana ne yapman gerektiği konusunda yardımcı olacak, dedi yaşlı Bilge.

Gordias, papağan ile beraber yola koyuldu kindi vakti. Juliopolis’e gelip Kapadokyalılarla olan savaşlardan kullanılan, Gölbaşı'nda çıkan bazalt taşını alıp kuşun verdiği bilgiler doğrultusunda uzun ve orta kalınlıkta dört adet silindir şeklinde taşları yonttu. Sonra, geçen kışa doğru kestiği dut ağaçlarını ince uzun sütunlar halinde silindirlerin arasından geçirdi. Sonra sazlıklardan topladığı kamışları bir taht gibi üzerine yerleştirdi. Daha sonra uçlarına bozkırdan inen ayıları evcilleştiren tüccardan iki ayı büyük satın alıp, üstüne bir kaya yükleyip şehrin meydanına getirdi.

Halk bu arabaya bağlı ayıları ve arabanın üstündeki koca kayayı görünce dehşete kapıldı. Yeni site devletinin sahibi, ilk olarak gelip ayılarla bir şehri taşıyacak kadar güçlü olan ayılara sahip Gordias’ı hükümdar seçtiler.