Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!

"Bu kitapta yer alan şahıs ve mekânların gerçekle alâkaları tamdır." Kitabının arkasında yazarı tarafından yazılmış bu cümle kitabın başından beni etkilemişti. Çünkü annesini küçük yaşta kaybettiğini biliyordum. Kitabı bitirdikten sonra bu "gerçekle alâkaları" biraz araştırmak istedim ve karşımda gerçekten acı yaşanmışlıklar gördüm.


Didem Madak, annesi Füsun Hanımʼı kaybettiğinde 13 yaşındaydı. Hayatın onu şiire tekmelediği şeydir bu. Keşke şiir yazmasına gerek kalmasaydı diyecek kadar çok seviyorsunuz onu. Ama o "Ölen her kadın için şiir yazdım." diyor. Annesinin ölümünden sonra babası evlenir ve Didem Madak'la arasına bir duvar örülür. Bunu bilmeden iki dizesinde sezmiştim durumu:
"Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum
Babama söyle, o gelmesin maviş anne"


İlk evliliği, şöyle olur: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni okurken birinci sınıfta tanıştığı biriyle gizlice evlenir, evden ayrılıp okulu da bırakır. Ardından zor dönemleri başlar, geçimini sağlamak için işlere girer, evliliği pişmanlıkla sonuçlanıp boşanır. Ardından tekrar maddi sorunlar yaşayıp bir bodrum katında yaşamaya başlar. Bodrumdaki yaşantısı da dizelerinden eksik olmaz:
"Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
Kendime alıştım bodrum katlarında
Artık bir karanlık bağımlısıyım."

Didem Madak, bu dönemde çok yalnız kalır. Kardeşi Işıl, sadece süt ve çikolata yiyerek ayakta durduğunu, hayattan memnun olmadığını, hiçbir şeyin istediği gibi gitmediğini anlattığını söyler. Madak, üç yıl boyunca kaçar sevdiklerinden. “Maviş anne” diye bahsettiği kişi de, kitabında da şiiri armağan ettiği yakın arkadaşı Müjde Bilir'dir. Müjde Bilir bir röportajda onun kaçışını şöyle anlatıyor:
"Didem beni bir akşam aradı ve annesini özlediğini anlattı. Taksiye binip bana gelmesi için ikna ettim. Geldiğinde mahcup ve çekingendi. Anne şefkatine duyduğu özlem derinden belli oluyordu. ‘Çok mutsuzum’ dedi. Ertesi gün buluşmak için sözleştik. Ancak Didem gelmedi. Didem’in evine gittiğimde duvara iliştirilmiş bir not buldum. ‘Sevgili Müjde, Maviş Anne, içimden hiçbir şey söylemeden gitmek geldi. Seni seviyorum. Dün gecenin şiiri zaten yazılmıştı, ben sadece kaleme alacağım."

Madak'ın da Müjde Bilir'e yazdığı şiirden bir kesit:
"İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim, biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
Dünyaya bile bir dünya anne lazım.
Biri sen ol maviş anne, biri ben.
Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da
birlikte gidelim maviş anne"

Sonraki üç yıl boyunca Madak’tan haber alınamaz. Sadece kardeşi Işıl’ın yanına gider ara sıra. Gidişlerinden birinde Işıl’ı çok şaşırtır. Örtünmüş olarak çıkar karşısına. Bu da dizelerinden eksik olmaz:
"Örtündüm ben… Her şeye karşı… Kadın kimliğimden de sıyrıldım. Bu beni rahatlattı."

Didem Madak, bu dönemde tasavvufla ilgilenir. Kardeşi Işıl Madak’ın bu dönemiyle ilgili, “Çok umutsuzdu. Kapanarak bu durumdan bir çıkış yolu bulacağını umdu. Ablam o dönemden inanarak kurtuldu. Yoksa kayıp gidecekti. Hukuk Fakültesi’ni de bu dönemde bitirebildi.” der. Tabii ki bu da şiirinden eksik olmaz:
"Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimsem kalmadığı için konuştuğumdu."

*

Yazdığı ilk kitap olan Grapon Kâğıtları, kardeşi Işıl'ın şiirlerini toplayıp şiir yarışmasına göndermesiyle ödül alır.
Bu dönemlerde internetten bir avukat-şair ile tanışıp buluşurlar ve karşılıklı şiirlerini okurlar. Madak'ın okuduğu şiir ise şu:
"Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
Limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!"

Ardından Madak evlenir ve üç yıl sonra bir kızı olur, kızına da annesinin ismini verir. Kızı olduktan sonra şiir yazmayı bırakır. Anne Füsun gibi Didem de kansere yakalanır ve bu sebepten yaşamını yitirir.

Ölmeden önce, artık şiir yazamayan Madak, kızına bir mektup bırakır:

“Canım Kızım, dana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis! Canım kızım, cehaletimden şair oldum…

Annesizlikten.

Sen sakın şair olma!”