Her ne şart ve durumda olursa olsun, insanın kendini iyi hissetmesi için önce kendine iyi görünmesi gerekir. Saçlarım yok, kaşlarım dökülmüş, sokağa çıkarken maskeli olmak zorundayım. Bu da insanların garip bakışlarıyla karşılaşmama neden oluyor. Olsun diyorum. Ben bununla yaşamayı öğrendim ve kendimden kaçmıyorum. Buna da şükrediyorum. Çünkü elimden bir tek bu geliyor. Günler, haftalar ve hatta aylarca soğuk ve beyaz duvarlı hastane odasındayım. Yatağımın sağında ve solunda cihazlar, hemen tepemde bittikçe bir başkası takılan serumum, küçük masam, sandalyem, kıyafetlerim için gardolabım ve bir de pencerem var. Doktorum Fikret Bey ve gün içinde sıklıkla yanıma gelen hemşireler bana moral olsun diye her zaman sıcak kanlılıkla yaklaşırlar. Fikret Bey odama gelir, birkaç muayene ve durumumun gidişati ile ilgili beni bilgilendirirken yandan da eşi ile atışmalarını anlatır. Ben her zamanki gibi eşiniz haklıdır diyorum. Bir keresinde hastaneye yattığım ilk aylarımda eşi Gülizar Hanım ile tanışmıştım. O da bir iki dakikalığına odama ziyaretime gelmişti. Arada bir de selamını yollar, iyi dileklerini iletirdi. Çok güler yüzlü, sempatik bir hanımdır. Ondan dolayı da Fikret Bey’e takılmak ayrı bir keyifli oluyor. Sağ olsunlar gelen hemşireler de oldukça hal hatır sorarlar, güzel ilgilenirler. İnsana bu bile o kadar moral oluyor ki… bir tebessümün bile günümü güzelleştireceğini ben bu hastanede kaldığım günlerde öğrendim. İşte böyle gündelik yaşantının değeri elinden kayıp gidince anlaşılıyor. Mesela siz bir kafede arkadaşlarınızla toplanıp sohbet etmenizi ya da yağmurlu sokaklarda tek başınıza dolaşmanın kıymetini bunca zaman hiç düşündünüz mü? Ben çok düşünüyorum. O günlerimi öyle özlüyorum ki bir an önce kavuşmak için içim içime sığmıyor. Fakat malum sekiz ay süren tedavim hala devam ediyor. İki ay kadar da odama ziyaretçi yasaklandı. Annemi, babamı, abimi göremiyorum. Hal böyle olunca odada kendi sessizliğimin sesi ile baş başa kalıyorum. Ben de bir gri defter edindim. Fikret Bey’den rica etmiştim, birini gönderip aldırttı. Bu defterime şu anda yapmam mümkün olmayan hayallerimi yazıyorum. Mesela uzun zamandır arabamdan uzağım. Bu yüzden araba sürdüğümde hissetiğim huzuru yazmıştım. Beyaz bir arabam var. Onunla boş yollarda hız yapmayı çok seviyorum. Yanımda arkadaşlarım, istediğimiz yere sürüyorum, sırf canımız çekti diye Bursa’dan kalkıp İstanbul’a börek yemeye gidiyoruz. Çok sevdiğimiz Hamdi Usta’nın yerine uğrayıp tekrar yola koyuluyoruz. Bu anım defterimde yazılı. O günleri özledikçe tekrar tekrar okuyorum.

Mesela şu anda bir deniz kenarındayım. Hava çok güzel, deniz hafif dalgalı ve sevdiğim romanın sayfalarını çevirirken bir yandan güneşleniyorum. İşte tam da şu an dünyanın en mutlu adamıyım. Makineye bağlı değilim. Koluma akan serumlarım ya da kollarım mosmor halde değil. Sadece ben ve içime çektiğim denizin kokusu var.

 

Deftere bunları yazarken yine halsizlik yavaş yavaş kendini belli etmeye başladı. Boynumdan makineye bağlıyım, göğsümde sürekli serumlar ve alınan kan örnekleri… yürümem biraz sıkıntılı, bu yüzden çoğunlukla yataktayım.  Durum böyle olunca da sıklıkla halsiz düşüyorum. Fakat pes etmek istemiyorum. Bunca çaba, emek boşa gitmemeli. Buraya kadar geldiysem dişimi biraz daha sıkmalıyım. Nedir ki daha önce atlattım, tekrar atlatırım.

Fakat öyle olmuyormuş. Hayat, senin kurduğun hayalleri, yaşama isteğini söküp alıyormuş. Anladım işte, bu sefer gerçekten vakit geldi. Son kez gözlerimi gri defterime çevirdim. Zar zor karton kapağını kapattım. Elimden kayıp giden kalemimin tok sesini duydum fakat bakacak gücüm kalmamıştı. Herkesin kendince bir hayat öyküsü vardır, işte benimki de bu. Pes etmeden, yaşadığım her anıma şükrederek mücadelemi vermiştim. Yolun sonu değil, başlangıcındayım…