William Golding'in ilk romanı olan Sineklerin Tanrısı'nın dili oldukça sade ve akıcıdır. Başlangıçta küçükler için yazılmış bir öykü sanılsa da bunun bir yanılgı olduğu, olaylar ilerledikçe anlaşılacaktır.

  

Konusu itibarıyla bakıldığında; gelecekteki atom savaşı esnasında yaşları 6-12 arasında olan bir grup çocuğun güvenilir bir yere götürülmek üzere bindiği uçağın ıssız bir adaya düşmesiyle başlıyor. Ve görülen o ki etrafta hiç büyük de yok! Çocuklar için bu kuralsızlık ve sınırsız eğlence demekse de çok geçmeden sıkılacaklardı. Akran baskısını da ele alan kitabın başkahramanlarından olan Domuzcuk'un gerçek adını hiçbir zaman öğrenemiyoruz; şişman ve gözlüklü olduğu için ona takılan isimle tanıyoruz onu.

  

Domuzcuk karakterini psikolojik olarak ele alacak olursak duygusal güçlüğü olduğunu söyleyebiliriz. Peki nedir bu duygusal güçlük? Kendilerini ifade etme, duygularını ve düşüncelerini ortaya koyma konusunda sorun yaşamasıdır ki bunu da çocukların kendi aralarında yaptıkları toplantılarda Domuzcuk'un söylemek istediği şeyler olduğu halde bir türlü kendini dinletememesinden ve zaman zaman da söz bile alamamasından anlayabiliriz. Duygusal güçlüğü olan kişilerin zorlandığı bir diğer konu ise kendilerini inciten kişilerle ilişkiye girmeye meyilli olmalarıdır. Alışık oldukları egemen duyguları incinmişlik olduğundan "bildiğim kötü bilmediğimden iyidir" mantığıyla onları inciten kişilere meylederler. Domuzcuk'un Ralph ile kurmaya çalıştığı ısrarcı ilişkisinde bunu görebiliriz. Ralph onu ne kadar görmezden gelse de, söylediklerini ciddiye almayıp onunla dalga geçse bile yine de Domuzcuk'un Ralph'ın peşinden ayrılmamasında bu durumu görürüz. Çocukların arasında günden güne gruplaşma arttığında bile Domuzcuk sonuna kadar Ralph'ın grubundan ayrılmaz ve onun için canından bile olarak bu güçlüğün üstesinden gelinemezse kendimize vereceğimiz zararı belki de gözler önüne serer.

  

Sineklerin Tanrısı çok yönlü bir kitaptır. Bir başka yönü de sosyolojik grup dinamizmini çocuklar üzerinden basite indirgeyerek okura sunmasıdır. Gruplar da tıpkı insanlar gibi yaşayan canlı mekanizmalardır. Doğar, büyür, değişir ve gelişir. Başlangıçta ortak bir hedef etrafında kurulan grup gitgide amacından sapar. En büyük çocuk olan Ralph'ın deniz kabuğunu öttürmesiyle uçak kazasında hayatta kalan çocukların bir araya toplanıp adadan nasıl kurtulacaklarını konuşmalarıyla ilk gruplaşma süreci başlar. Ortak amaçları adadan kurtulmaktır. Büyük bir ateş yakmaya karar verirler ve bu ateşin dumanı sayesinde geçen bir gemi olursa fark edileceklerini düşünürler. Bütün üyeler bunu kabul eder ve ateş yakılır. Ama zamanla amaçlar özele indirgendikçe birbiriyle çatışır. Bana öyle geliyor ki Golding, ateşi bir metafor olarak kullanmış. Ateşin zaman zaman büyümesi, kontrolden çıkması grup dinamizminin bozulmasına ve sürecin iyi yönetilemediğine işaret ederken kitabın sonlarına doğru ateşin ikiye bölünmesi ve adanın iki ayrı yerinde yakılması da grubun dağılıp iki ayrı grup oluşmasını işaret eder.

  

Çocukların grup içinde ve grup dışındaki davranışlarının da farklı olduğunu görürüz. Jack ve avcılarının grubuna baktığımızda; bireyselken birbirlerine zarar verici davranışlar sergilemeyen çocukların grup içinde vahşileştiklerini ve bir çocuğu nasıl öldürdüklerini okudukça adeta kanımız donar. Bireylerin grup içinde farklı rollere girdikçe zamanla nasıl bu rollerle özdeşleşerek asıl kimliklerini kaybettikleri de yine Jack ve avcılarının oluşturduğu grup aracılığıyla okura anlatılır. İyi olmadan kötü olamayacağı felsefesinden hareket eden Golding, Ralph'ın grubu aracılığıyla da sorunları akılla ve mantıkla çözmeye çalışan demokratik gruplarda bireylerin iyiye dönük farklılaşmaları üzerine odaklanır.

  

Grup süreçlerini ve dinamizmini çocuklar üzerinden anlatan Golding'in bu romanını herkesin rahatlıkla okuyabileceğini düşünüyorum. Özellikle sosyoloji ve psikolojiye ilgi duyanların mutlaka okuması gereken muazzam bir eser! Ben okumakla uğraşamam, sıkılırım diyenler için de 1990 yapımı, aynı adlı filmi de mevcut.