Güç kavramında oldum olası beni rahatsız eden bir şeyler var. Güce sahip olmak istemekte de hatta. Bir çeşit zarar verme potansiyeli görüyor gibi hissediyorum güçte, güçlü olmak isteyen insanda. Her türlü hasar verme eylemi temelde bir güç kullanımı değil mi? Hislerimin ötesinde mantıklı düşünebilmeye başladığım noktada da farkettim ki, gücün suistimal edilip vicdanı, adaleti zedeleyebilme ihtimali, güç dengesizlikleriyle doğabilecek çatışmalar, savaşlar, özgürlüğü tehdit etmeler de ekli bu rahatsızlıkta.


Elindeki güçle her zaman başkasına zarar mi verir insan? Tabii ki hayır. Kendini güvenli bir alana almak için de kullanabilir bunu, sadece güç olarak sahip olmak için de. İşte burada, "gücü istemek" derken Nietzsche'yi anmamak olmaz tabii. Masum bir şey mi istediği? "Doğal" olduğu için hak mıdır gücü istemek ya da? Hep daha yukarıları arzulayan hırs, ahlaklı kalabilir mi? Kalamazsa sadece buradan hareketle "gücün" karşısında mi durmalıyız? Neyle, bir defaya mahsus "güç"le mi?


İnsanlar eş seçiminde ne kadar dikkat ediyorlar sahip olunan güce. Bu kimi zaman parayla, kimi zaman zekayla, kimi zaman fiziksel görünüşle vs. geliyor. Tamamen doğa kanunları... Halbuki en masum, en romantik görünen iş değil mi bu? Haktan, adaletten söz edilebilir mi burada, bu durumda?


Macchiavelli ya da Hobbes'un tarif ettikleri, anlattıkları güç ve iktidar profilleri, belki örtük olarak yapışmıştı zihnime erken dönemlerde. Rahatsız ediciliği de oralardan kalma herhalde. Etraftaki güç peşinde koşan diğer çocuklar gibi olmadığımın farkındaydım. Uzun süre böyle devam etti bu. Bir noktada güçlü olmak, kendime güvenli bir alan yaratmak arzusu bastırınca da bütünüyle karakterimin dönüştüğüne şahit oldum, zaman zaman şaşırarak.


Karakteri değiştiriyor değil mi güçle olan ilişkimiz? Ona ne kadar sahip olduğumuz önemli nasıl bir profilin içinde yaşadığımızda. Onunla ne yapmak istediğimiz de. Gücü bir ölçünün üstünde eline alan herkes, örneğin Sovyetler Birliği gibi despotlaşmaya mı varır yolun sonunda? Yoksa asıl "doğal" olan, ideolojiyi kuran Marx'ın anlattığı gibi ekonomik güç ilişkilerinin birbirlerini çözerek cennet-vari bir düzene ulaştırması mi bizi?


Weber'in lider tiplerinin herhangi birinde değişen bir şey var mı Foucault'daki iktidarlar açısından? Foucault'nun anlattığı iktidar, toplumsal ve politik güç ağları ne kadar gerçek, ne kadar fotoğraf gibi ve fırça darbeleri görünen bir resimden uzak (Amma çok "güç" diyoruz. Tıpkı hayatlarımızdaki "güç" yoğunluğu gibi, hem de aynı ölçüde rahatsız edici.). Toplumun her köşesini nasıl da iktidarla, güç odaklarıyla çevirmişiz. Öyle kendisinin o mükemmel anlatılarına da gerek yok sanki bunu görebilmek için. Şöyle bir etrafımıza baksak, gücü hayatımızdan çıkarsak ne olur, ne kalırdı? Birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmayan, sadece kendi ihtiyaçlarına odaklanan, başkasının sahip olduğuna göz dikmeyen, güç aramadığı için herhangi bir hırsa da sahip olmayan, sorunsuzca bir arada yaşayabilen insanlar değil mi? E basbayağı cennet olmadı mi bu! Tamam, mümkün bir şey değil, doğal değil bir kere, ama belki de bu güç denen mefhumun o kadar da matah bir şey olmadığını gösteriyordur bize...


Dünya tarihine atılmış en büyük imzalardan biri Montesquieu'nun güçleri birbirinden ayırması, "La séparation des pouvoirs"sı benim için. Hiç kimsenin eline kaldıramayacağı kadar güç vermemek... Aradığım denge bu. Iktidarın da yargılanabilmesi, hem de kendinden önceki iktidarlar kadar bile güce kavuşamamışken.