İşte durumum budur. Zayıflıklarımdan faydalanmak yerine güçlü yanlarıma geçirdi tırnaklarını ve aşağı doğru zikzaklar çizerek derin yaralar açtı. Ona göre bir insanın zayıf yanlarından vurmak onursuzluktu. "Onurdan ne anlarsın?" diye sorsalar "Dişe diş." derdi. Çünkü onun tırnaklarıydı güçlü yanı. Tırnaklarının hedefi de her zaman başkasının güçlü yanları olurdu. Çocukluğundan bu yana inanılmaz bir biçimde fakat kontrolsüzce gelişen kendini koruma güdüsü, kendi onur kavramını böyle yaratmıştı. Zayıflıkların üstü güçlü yönlerle örtülebilir, kişi yaşamına az hasarla devam edebilirdi. Ama güçlü yönlerini kanatırsa, insanı iyice zayıflatırdı. Hasta eder, öldürürdü. Evet, o bundan zevk de alıyordu. Hem bir şeyleri başardığını hissediyor, hem de zayıflattığı kişiyi kendine zarar veremeyecek vaziyete getirdiğini düşünüyordu. Oysa benim ona zarar verme niyetim hiç olmamıştı. Bunun ihtimalini bile düşünmezdim. Ne olduysa oldu sonra.


Kaldırım kenarlarından oluk oluk akan çamurlu suyla birlikte mazgalların arasından aktım. Damlayışım trajikti, vardığım yer çamurlu sudan beterdi. Kesif kokusuyla insan artıklarının içinde sürüklenirken yaralarımdaki irinler şiddetleniyordu. Başkalarının pisliğinde tümör gibi hissediyordum kendimi. Vücudumdaki kesikleri aşmıştı ruhumun ölü ağırlığı. Islandıkça şişiyordu, ben de büyüyordum. Büyüyordum dediysem, iltihaplı bir cüsse olarak. Biri size ruh diye bir şeyin olmadığını söyleseydi, benim o anki cüssemi gösterip "Olmayan şeyin ölüsü de olmaz. Al sana ölüsü!" diyebilirdiniz.

Vücudum hala direniyordu. Bu da bedenin ruhsuz yaşayamayacağını söyleyenlere karşı bir kanıttı. Beden ruhsuz, ruh bedensiz yaşar. Ama ikisi de eksik kalır. Ben artık eksiktim. İnsanların pisliği içinde boğulmayı bekleyen bir eksiklik.

Hayatım boyunca başkalarına tıkamıştım kulaklarımı. Nefesleri zehirli kelimeler kokan herkesten uzak durmuş, yaşamımı yalnızca kendi gerçeklerim üzerine kurmuştum. Gerçeğime karışacak her kirli gerçek kontaminasyon demekti. Gerçekten de aklı başkalarının yaşamına odaklanmış her kirli zihne temasım saflığımı kirletiyordu. Tırnaklarını kulaklarıma geçirdi, gerçeğime geçirdi. Önce hafif çamura, sonra dışkılara bulandım. Yaralar içinde, eksik bir biçimde boğulmayı bekledim. Ama ölmedim. Ne irinlerim öldürdü beni, ne içinde yüzdüğüm pislik. Sürüklendim. Çokça sürüklendim. Kayboldum.


Şimdi ölmem için yeniden var olmam gerekir.