Otoritenin baskısından kaçmaya çalışan karakterimiz, daha az otoriter bir ortam olan hastanede kalmak adına aslında olmadığı ‘’deli’’ sıfatını almayı kabul eder; ta ki bu sıfatın asıl özgürlüğüne mal olacağını anladığı ana kadar...


Karakterlerimizi ilk etapta normal ve anormalden ziyade id, ego ve süper ego kavramlarıyla açıklayacak olursak; burada, ilkel isteklerinin yerine getirilmesini dileyen karakterimiz Mcmurphy’i id olarak ele alabiliriz. Bu ele alışı; hapse girmesine sebep olan tecavüz suçunu işlediği 18 yaşında sandığı kişinin, aslında 15 yaşında olduğunu bilse bile bu hareketini değiştirmeyeceğini dillendirmesinden ve isteklerini bastırmıyor ya da toplumsal olarak normal kabul edilecek başka bir kişi veya zamana ertelemiyor olmasından dolayı yapabiliyoruz.


Herkesin toplum normlarına ve otoriter kurallara uyması gerektiğini düşünen ve bu uymanın ‘’normallik’’ olduğunu savunan, hastanenin ve otoritenin bir yansıması olan hemşiremiz süper egoyken; bu iki güç istencinin arasında gidip gelen ve kendilerini keşfeden diğer hastalarımıza ise ego diyebiliriz.


Aslında normal diye bir şey yokken otoritenin kişileri daha rahat kontrol etmesine ve planlarını buna göre düzenlemesine yardımcı olan bir ‘’normal’’ kavramı vardır. Anormal olarak tanılanan kişilerin, tedavi ile toplumsal normlara uymaları sağlanır fakat bazen bu uyum çalışmaları etik kaçmayabilmektedir.

Film, aslında normal görünebilecek olanın da normal olmadığını ve varsayılan normallikle anormalliğin iç içe girdiğini gösteriyor. Bu noktada filmde; eğlenceyi, isteği ve id’den gelen her dürtüyü baskılamanın mı yoksa hiçbir norma uymak istemeden ‘’özgürce’’ yaşayabilme fikrinin mi hastalıklı olduğu seyirciye bırakılıyor.


Bu 2 güç istencinin arasında ego’nun nasıl tahribat gördüğüne örnekleyecek olursak;

annesiyle olan ilişkisi ödip kompleksle açıklanabilecek olan Billy’nin danışma oturumlarında da bahsedildiği gibi karşı cinsle sorunları ve bununla beraber gelen bir özgüvensizliği vardır. Bir yansıma olan hemşiremizin, Billy’nin kadınlardan her bahsedişinde yakın arkadaşı olan annesini öne sürmesi ve süper egonun ahlakçılığını göstermesi; Billy’nin sorunları aşmasına yardımcı olmamakta ve dürtülerini bastırmaktadır; ta ki güya anormal davranışlar sebebiyle gelen arkadaşının ona bir kadınla birlikte olma fırsatını verdiği geceye kadar. Billy, id sembolü olarak ele aldığımız arkadaşını dinler ve seyirci, o gecenin sabahında, bastırmanın getirdiği somatizasyon olan kekemeliğin kalktığını görür. Böyle bir gece geçirdiğini öğrenen hemşire ise Billy’i annesine söylemekle tehdit ederek süper egoyu yeniden aktive eder ve kekemeliğin yeniden gelmesine sebep olur. Billy, bu iki çok güçlü kavram arasında kendine kaçış yolunu, en güçlü dürtüsü olan yaşamaya son vermekte bulur.


Otoritenin kendi üzerinde hüküm sürmesini kabul edemeyecek olan Şef ise bunu elinde tutabilmek için bir savunma mekanizması geliştirir. Sağır ve dilsiz taklidiyle gündelik yaşamını sürdüren Şef, Mcmurphy’nin gelmesiyle isteklerini ve arzularını keşfeder. Babasını bu yeni gelen kişiye benzeten ve babasının ölmesini otoriteye ters düşmekle bağdaştıran Şef, Mcmurphy’e maruz kaldıkça bu koşullanmasından kurtulacak ve sonunda kendi isteklerine en uygun şekilde kulak vererek otoriteden kaçabilecektir.


Filmde bir diğer önemli nokta ise görevli odasının tüm akıl hastanesini görmesi ve kişilere sürekli ‘’ben gözetim altında tutulması gereken biriyim’’ hissini vermesidir. Hastalar, aslen herkesin onları anormal gördüğünü biliyor ve karakterimizin de ona biçilen bu role uygun davranmaya çalışırken yaptığı pek çok hareket; televizyonda sahte bir maçı izler gibi yapması, tüm ekibi hastaneden kaçarak denize çıkarması ve bunu yaparken de kurumun adını vermiş olması tamamen otoriteye kendisine biçilen kalıp ile yaptığı alaycı bir protestodur.


Sosyal normalara uymakla iyiyi, anormallikleyse de kötüyü bağdaştıran toplumun, bu kavramların içini yeterince dolduramadığını görüyoruz. Bu kavramlar filmde sürekli iç içe geçiyor.


Aslen dsm tanı kriterlerine göre anormal olmayan, sadece tehlikeli olabileceğini düşündükleri bir adamı delilik üstünden değerlendiriyor, bu değerlendirmeye göre tedavi amaçlı elektriğe maruz bırakıyorlar ve sonunda kendinden hiçbir şey kalmayan ama her komutu yerine getirmeye hazır, normallerine daha yakın bir adam çıkartıyorlar. Seyirci burada normal ve anormalin ayrımına artık varamamaya başlar.


Birini öldürmek, sosyal normlara göre anormal bir davranışken Şef karakterinin inançları doğrultusunda bir zamanlar hayat dolu olan arkadaşını zor bir durumda bırakmamak adına öldürmesi, onun için ve izleyenler için gayet normal karşılanabiliyor.

Normal/anormal çatışmasına burada da rastlıyoruz.


Filmde yer verilmese de karakterimiz Mcmurphy Kore’de, Komünist Savaş Esirleri Kampı’ndan tutsakları kurtardığı için Üstün Hizmet Madalyası almıştır. Ancak sonrasında emirlere itaat etmediği için ordudan kovulmuştur ve şiddet eğilimi, tecavüz vakaları bu olaylardan sonra baş göstermiştir. Bu bilgiyle beraber seyircinin iyi-kötü algısı da tamamen bozulacaktır.


Film, iyi-kötü, özgürlük-otorite ve normal-anormal çatışmalarına yer vermiş ve bu kavramların içinin doldurulamadığını, ‘’doğru zannedilen’’ sosyal normların zannedildiği gibi olmayabileceğini göstermiştir.