“Elma ister misin Haydar? Eleni Teyzen senin için toplamış bahçesinden. Podyasının (1) cebinde getirmiş sokak başına kadar. Annene nasıl da sarılmıştı gördün mü? Yok yok, ağlamıyordu ikisi de merak etme. Yolculuk uzun ya ondan... Özleyecek seni de anneni de...”


“O nasıl söz, tabii ki döneceğiz tekrar evimize. Bak ne kadar da az eşya aldık yanımıza. Dönmeyecek olsak hangimize yetecek bu kadar yiyecek, bu para. 'Taşıyabileceğiniz kadar eşya ve para alın' dediler bize. Annen bir seni alabildi bir de kardeşini, daha ne... Ben de birkaç döşek, çul çaput. Gelecek için para desen, zaten çok değil. Asıl geçmişimizi kim taşıyacak, Kemal mi? Belki de demir gövdesiyle Gülcemal...”


“Sığamadık güzelim topraklara. Kardeş kardeşle aynı çatıyı taşıyamadık. Hırsımızdan kızdırdık yaşlı kadın Ege'yi. En sonunda savurdu dalga dalga saçlarıyla hepimizi. 'Alın size toprak, alın size vatan... Bir olamayan ayrı kalmaya mahkumdur her zaman...' Dinle bak Haydar! Dalgalar bu şarkıyı söylüyor durmadan.”


Taşıyabileceğiniz kadar eşyaymış... Peh!

Kimin ihtiyacı var ki çula çaputa. Para desen nerede olsa kazanılır, iki lokma ekmek kiminle olsa paylaşılır. Sen bize 'Taşıyabileceğin kadar' derken, taşıyamayacağımız bir yük yükledin bre... Bir baba ne der evlatlarına büyüyünce? Sormazlar mı bana 'neden gittin? Neden direnmedin?' diye. 

 

“Ne dedin Haydar? Dalmışım, duymamışım. Yok canım, kim küfretti arkamızdan. Onlar komşularımız bizim. İnsan komşusuna kötü söz geçirmez boğazından. Dönünce nasıl bakarlar suratımıza. Belki de Deli Kosta'dır senin duyduğun. Bir o basar gamatoyu olur olmaz. E bilirsin aklı kıttır garibin, onu almıyoruz gezmeye diye kızmıştır bize gariban.”


“Hristo Amca'nın bahçesini hatırlarsın. Renk renk güllerin arasında koşup oynarken siz, ben kızardım da o ses çıkarmazdı. Bak şurada oturan Saffet'i o büyüttü askere dek. Çocuk anasız babasız kaldığında, mahalleden bir o sahip çıkmıştı garibana. Şimdi ikisi de kaldı bir başına. ”

“Gel böyle dayama sırtını soğuk demir duvara. Miden bulanmıyor ya sallantıdan? Aman ha sakın hastalanma. Az kaldı birkaç vakte varacağız limana. Oradan taze ekmek de alacağım şöyle yumuşacık, dumanı üstünde... Olmaz mı, tabii ki feta(2) da vardır yanında...”


“Bak şu yemek dağıtan, inatçı Tayyar'ın kızı Şükriye. Ne de kibar, fidan gibi taze. Belki de gittiği yerde parasızlıktan evlendirilecek babası yaşında biriyle. İstemeyecek, ilaç içip ölmek daha iyidir diyecek ama kimse onu dinlemeyecek. Şükriye sokakta ip atlarken, kaynanası seslenip 'kocan geldi hadi içeri gir' diyecek.”


“Neyse sen bakma bana. Ben arada bir hayal kurarım böyle, başka türlü vakit geçmez... Git bakalım anan emzirmiş mi kardeşini, al getir kuzuyu sevelim biraz. Kadınların tarafta haber de çoktur, kulaklarını iyi doldur. Yayanın(3) ördüğü hırkayı da versin anan dondum burada. Bu rutubet bu pas içimize işleyecek”.


Ah bre Haydar ah. Koca yürekli küçük oğlum benim. Nasıl da anlar anlar bakarsın şu gariban babana. İçimi eritir çaresizliğim. Ben de istemez miydim kendi köyümüzde büyütmeyi seni ve kardeşini. Hep hayal etmiştim, mektepli halini, okumak için seni şehirdeki halana göndereceğim gemiyi. Halan da şimdi kim bilir hangi dalganın üzerinde düşünür bizi. Ah kardeşim benim. Kaderimizmiş bu paslı izbelerle, koca bir bilinmeze kürek çekmek. Varacağın liman başlangıç mı, son mu bilememek...


“Hüseyin Efendi iyi misin? Tavşan kanı çay içer misin? Şimdi olsa da, iki el tavla atsak. Geçmişte kaldı o günler desene... Yüzüyoruz yavaş yavaş bilinmeze. Hah gel oğlum gel, ver kardeşini bana sen otur yanıma. Güzel kızım benim kara gözlü kuzum, yarını belirsizim, mis kokulum. Dur bakayım! Ateşin mi var senin?”


“Haydar... Oğlum... Sakın kardeşinin hastalandığını belli etmeyesin. Vermesinler kuzumu Ege'ye... O benim geleceğim, her şeyim...”  





* GÜLCEMAL: 31 Aralık 1923'de 644 Mübadil'i Yunanistan'dan Samsun'a getiren gemi.

(1) podya: Kadınların mutfakta kullandığı bele bağlanan önlük.

(2) feta: Yunanistan'a özgü bir çeşit beyaz peynir

(3) yaya: büyükanne