İçimde, içinden çıkmaya çalıştıkça beni içine çeken bir girdap var. Bu girdaptan çıkmak için çok denemem oldu. Belki de deneme değildiler, görmezden gelişlerimdi. İçimde tarifsiz bir ağırlık oldu bu girdap. Çıkmaz sokakta bir çıkış arıyorum. Çıkmaz sokakta geri gitmek de ilerlemek sayılır ya. Ben geri de gidemiyorum. Bedenim oradan oraya rüzgârın savurduğu bir ot gibi ama yüreğim... Bir oraya bir buraya savruluyor bedenim. Bu savruluşa bir dur demeyi, bu girdaptan çıkmayı ben de çok istiyorum. Ama bana kendi içimde kaybolduğumda yolumu nasıl bulacağımı kimse öğretmedi.

Kafamdaki anlam veremediğim, çıkışını bulamadığım düşünceleri beynimin tozlu raflarına yerleştirip bir sigara yaktım ve etrafı izlemeye başladım. Karşı çardakta bir kız oturuyordu. Uzunca bir süre kulaklığı takılı, önünde bir defter açık, elinde kan kırmızısı bir kalemle durdu ve bekledi. Neyi bekliyordu acaba? Her bekleyen gibi bir burukluk vardı yüzünde. Ama onun burukluğu daha bir kırılgandı. Ah be güzel kız, sen bilmez misin bu çağ kırgınlıklar çağı değil. Kırılmışlığın yüzünde geçmişten kalma bir yara izi gibi. Sana kimseler bunu söyledi mi bilmiyorum ama kırgınlıkların yüzüne çok yakışmış. 

Sakin bir şekilde kan kırmızısı kalemi ile defterine yazmaya başlamıştı. Mürekkep yaraları bırakıyordu defterine. Kendi halinde ayrı bir havası vardı. Gizemli birisiydi. Çardağın üzerinde bir de kitap vardı. Yazmayı sevdiği kadar okumayı da seviyordu anlaşılan. Acaba hangi kitapları okuyor, hangi satırların altını çiziyordu? Belki de aynı kitapları okuyup aynı satırların altını çizmiştik. Yoksa kitaplara alıntı defteri mi tutuyordu? Kafasını defterinden kaldırıp etrafa bakındı bir arayıştaymış gibiydi. Gözlerimiz iki saniyeliğine buluştu. O iki saniyede gözlerindeki zayıf da olsa ışık saçmaya çalışan ışığı gördüm. Yine yeniden yazmaya başladı. 

O benim hakkımda bu kadar düşünüyor mudur? Belki de beni yazıyordur defterine. Ben satırlara dökülecek insan mıyım? Elimdeki sigara bitmişti. Küllükte söndürdüm sigaranın içinde kalan son ateşi. Kendi içimdeki son ateşi de söndürmek istediğim gibi. Sigaramı söndürüp kalktığım sırada çardakta oturan kız yerinde değildi ama defteri ve kitabı çardaktaydı. Gelmeye gitmişti o. Biliyor musun, bana hep gelmemeye gittiler. Hiçbir gidenin geri gelişi olmadı. Şimdi onlar gibi ben de gelmemeye gidiyorum belki de. Bende geriye o kızın defterine bırakacağım birkaç satır ve hüzünlü gölgem kalacak ama o gölge de ben gittikçe ardımdan kaybolacak. Ve tabii bir de benden yadigâr tükenmiş sigaram kalacak geride. 

Az önce tanımadığım kızın oturup içindeki fırtınalara şahitlik eden çardağa geldim ve arasına kan kırmızısı kalemini koyduğu deftere şu satırları yazdım:

Yüzünde geçmişten kalma bir iz gibi taşıdığın kırılmışlıkların hâkim. İzler kolay kolay silinmez. ama kırılmışlıklarımız beyhude. gülüşlerine gizle kırgınlıklarını ve gülmeyi unutma.

Not: hayatına iki saniye girip silinip gidecek kişi

İnsanları fazla abartıyordum. Çoğu kişiye üstüne bir beden büyük gelecek roller veriyordum. Bunu neden böyle yaptığımı pek de bilmiyorum. Kendimle uğraşmamak için insanlarla uğraşıyorum. Dışarıdan çok güçlü gözüküp içten içe kendimden kaçan biriydim işte ben de. Diğer insanlara ışık olmaya, onları mutlu etmeye çabalardım ama kendi ışığımı söndürdüğüm sigara gibi kül etmeye çalışırdım. İnsan kendi yoluna ışık tutamadan başkalarına nasıl ışık tutabilir ki? Kendini karanlıklara iterken neden burası karanlık, neden yolumu göremiyorum diye sorulur mu?