Sokakların dertlerini toplayıp gelenler vardır gecelerde; uzun soluklu atların dinginliğinde su içen, çağırmasız kır günlerindeki bahçelerden geçip o eskimeyen gümüş sesli yalnızlıklardan sayanlardandı kendini.


Derdi ki çıkıp geceye yazdığım iki damla gözyaşından başka bir şey değildi defterimin arasındaki mürekkebin sırrı, uğruna akıttığım ağacın gölgesinde dinlenen kalemimin ucunda birikiyor şimdi yalnızlığım.

Bir başka çağlardı o gecelerde kanlı dere, binaların içleri yarılır, her bir parçası bir yuvaya açılır, her bir yuvası bir başka yetim bırakırdı adımı.

O gece bir tek yetim Ömer'in karnı doyunca ışık saçardı kamber...

İşte yine o gecelerden bir tanesindeyim.

Kamberin hüzün rengindeki şalını takıp gelen, kamberin hüznü ile yeryüzüne düşen, gelişen güneş yalnızlıktan bir göze geçerken örtmeye başlardı üşümesin Ömer diye üstümüzü.


Derdi ki çıkıp hani eskiden hiçlikte bir tek gece vardı.

Umutlarını yükleyenler ile dolup taşan insanlığımıza, gülüşü yalnızlar çarşısından olan yetimler bırakanlara karşı kamberin gölgesinde bütün bir yeryüzünü boynuma sardığın o şal ile gecelere davet etmekteyim tek ışığım, tek yoldaşım o gümüş sesli bekçi.

Şimdilerde yalnızlığa bürünmüş gecenin yükünde üç hece gibi döküldüm dudaklarına diyen o kalemin suçunu yüklenen defterlere inat, kaderinden kaçmış sayfalara yazılmaya duruyorum.

Her gün aynı yerden kelimelerin cümle olabilmek için nasıl savaş verdiklerini, nasıl uçurumdan atlarcasına intihara çağrıldıklarını duyuyor gibiyim diyerek devam ederdi.


Haydi sen bütün onlara git benimle; gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa, duranların suya inen sesleri. sen yine de o zarif endamını takınıp, nöbet alıp umut bekleyenlerin yanında ol.

İçinde et bırakan, can bırakan adın gibi şiirlere harf olmak dileğiyle. Hoşça kal.


@aslmehmt