kestane renkli sokaklarla bütünleşiyordu her adımında. keskin kokular saçlarına siniyordu. yıpranıyordu. kaldırım taşlarına serilen çimenleri çiğnememek için kocaman adımlar atıyordu. bilirdi. geçtiği yerlere saç telleri düşecek. fark etmeyecekti. yıpranmış duygularla sakince süzülecekti. hürlüğü ufacık bir taşa takılacaktı sonra. aldırmadı. dalgınlığa kapılarak süzüldü. ahenkle.

geçti. çevresine baktı telaşsız gözlerle. uzunca seyretti. sokağın başındaki ve sonundaki evler aynı taşlarla örülmüştü. burada aynı görüşlülük söz konusuydu. bildi. aklı başında biri gibi geçiyordu oralardan. tanımadığı ağızlar bakıp bakıp bi' şeyler anlatıyorlardı. duymasan da anlarsın ya, anlıyordu. alınıyordu. sızlayıp duran bacakları durmuyordu. taşmak üzere olan bedenle kayıp gidiyordu. gözyaşları çatlaklardan süzülüyordu incine incine. silmeye yeltendiğinde çöle benziyordu yanakları. nefesi kesildi yorgunluktan. eksik etmezdi direnci. tanıdık yüzler yükünü hafifletsin istiyordu. dokunmadan varlığa, yokluğa...

çağırılmadığı gönüllere kapısını açmış, açmış da yok sayılmış gibi kaçmaya başlıyordu. bulunmak istemeden adımlarını sıklaştırıyordu.


sessiz sedasız yürümeye devam etti. suya rengini veren yeşilliğin ortasındaki söğüdün dalından seyrederken buldu kendini. dalların rüzgara eşlik edişini tebrik etti. direnmekten vazgeçmek değildi ki bu. hem direnci kuvvetlendirir savrulmalar. düşündü. kâkülü yokladı alnını ara ara. umursamadı. omuzları henüz çökmüş insanlar çarptı gözüne. konuşkanlıkları ta buralardan seziliyordu. epey rüzgar vardı.

sözcükler yapraklara değdikçe meyveleniyordu ağaçlar. öylece kaldı, tanrı gibiydi. gölün öte yanında yüzmeyi burada öğrenmiş çocuklar vardı. yasak çiğneniyordu. ısınan sulara girdiler. "soluksuz kalmayın hey! suyun altında kaç dakika kalır bir insan?" diye bağırdı. nafile. duymadılar. içindeki ses... birinin nefesi sızıyordu suya. zamanında korkudan titreyen bacaklar cesurlaşmıştı. evet. kirpiklerinde su tanecikleriyle yüzeye çıktılar teker teker. kulaç kulaç kökleri temizleniyordu sanki. düşündü. uzağa sürüklendi herkes. tutunacak çer çöp aradı. dibi gördü de, ağacın dalları eğildi saygısından. derken düştü. caddeye çıktı. hava iyice kararmıştı.


karanlığa saplanan bıçağın sivri yanıydı uzunca zamandır. yanında flu bakışlar. vücudu giz dolu aşk kadavralarıyla tıka basa dolu. gömüldükçe dirilen buyruklar dikiliyordu karşısına. ruhunu meskenine kapatıyordu. içli içli dışlanıyordu işte. anda kayboldukça kendiyle tanış oluyordu. özlediği geçitler vardı. hatırlamıyordu.

daracık sokaklar kuytu köşelere saklamıştı yaprakları. bulmaya niyetlendi. merhabalara sabırsız olduğundan değil. frekansımızın cızırtısından kısıtlıyız, diyen fısıltılarla yürüyordu. yaşamaya niyetleniyor, süzülüyordu saat saat...

sokağı çınlatan çocukların tiz sesleri yaşama sevinci aşılıyordu. bardaklar dağılıyordu duvarlarda. düşünüyordu. düşüncesi miğferleşince gün yüzüne çıkamazdı hiç. tırnaklarının kırılan parçaları taş aralarında bulunacaktır. bekledi.


otobüs duraklarını geçti. kulağına kadınların ahları çalındı. zararlı alışkanlıkların genlere yapışıp kalan tutarsızlıklarını duyumsadı. fısıltıyla bitirdiler sohbetlerini. unuttu.


dinamik bir yapılanma ruhunu kaşındırırdı. bulutların kararmasıyla başkalaşan manzaralar sarhoş ederdi görüşünü. yapayalnızdı kestane renkli sokakta. yalınlığını okşuyordu yel. yel, gözlerini kapalı pencerelere benzetiyordu. ve çiçeklerin boyunlarını büktüğü zamanda gökyüzü yıldızları titretiyordu. zamanı koluna bakarak anlamlandıramıyordu. süresiz. kalbine iniyordu.


aklının bağlarını bir bir çözerek yürümeye devam etti. sokak lambası bozulmuş sokaklardan saptı. aynı yolları yürüdü. mavi demir kapıya ulaştı. kendinden geçmişçesine dikildi kapının önüne. anahtar deliğinden geçip odasını bulmayı yeğledi.


baharı andıran renkleriyle hareketsiz bi' kelebek kanatlarını açmıştı. duvarda öylece susuyordu.