Güneşi görmezsin 

ama güneşin batışına şahit olursun

daha önce görülmedik bir mavi aklını çeler

güvercin kokusu mu o 

yoksa

bir otobüs camında unuttuğun

tarihi geçmiş bir kavuşma düşü mü

insanlık dehşetli bir hatanın basit tasviridir

öyledir tuhaf bir ressam 

manzaraları ateşe verse birer birer

kamaşır avucundaki 

canice nidalar atan ızdırap.

Düştüğüm çukur 

bir zaman bir köre yol tarif etmişti

kimine çukurdur yegane kalbin hızlanışı

kimine ilhamdır gecenin ortasına yağan

ıslak çamaşır kokusu

dağın sırtında saat beşler saat altılar

ufka doğru çekiliyorum 

peşime düşen birkaç aklın meşalesi

toparlıyor iki vakit arası

yediğim darbelerden sızan ortanca baharı

yurdum yar saydığım o benttir

o bent ki kucaklar tersyüz edilmiş

yarınlara olan güven hissiyatını 

narin teninde çavlan ama ne ihtişamlıdır

sokaklarda deliler barut atıyor

cam güzeli o sakin

o bağrında papatyalar kaynatan kadın

burada trenler ağaçlarla ulu orta sevişir

eski kafalıdırlar, yenilmişlerdir 

nostaljinin bulanık havasına

fotoğraf makineleri yakalayamaz 

anlık bir sevinçin nar tanesi gibi dağılışını

aldanmak ne kolay

kaygıların tükenmez iştahına

seni de karanlıktan önce fark eden olur

seni de parka giden çocukların atkılarından anımsayan çıkar

umudun ardında koştururken görürler

seni de.


Akşam, nakşedilir gibi tüysüz bedenlere

işte o tavırla hiçliğe erişti

artık günün kutsal değeri düştü

sevgilini uğurlamış meçhul bir yolculuğa

tabana kuvvet uzuyorsun 

karmaşanın istasyonundan

beyninde kulaç atan 

fosforlu ve coşkun cesaretinle

Araf’ın usta kaşiflerine bir sır bıraktın

yeryüzünün kederlerine alıştığım an

kambur kalmış tesellinden 

bir avuç ayır bana.

İstanbul usülü bin çelik katmanlı hasretin

“-ha” hecesinden türeyen 

dermansız sayrılık

mecaz kalmış bağrışmalar var

ar damarı çatlayan 

medyanın tam göbeğinde 


Çırak kaldım, asırlardır

mühürlenmiş bu bitkin et parçasında

yere kapaklanmakta değil marifet

kaç defa öptüğüm sayılmaz sokak taşlarını

kaşım yarılmış 

gırtlağımdan çığlıklar ayyuka çıkmış

kanıksamışım göğüs kafesime sokulu

hüsranın tahrik edici bakışlarını

yaralanmak yaşamakta olmanın

çarpıtılmış gerçekliği.

Dilim döndüğünce çiçek satmışım

kainatın esiri olmuş sevgililere

yürümeyi asla bırakmıyorum

dürülüp bir kenara fırlatılmış

günahların en seçkinini müjde biliyorum

yalnızlığın vahşi psikozları

istiyorlar ki sürünsün daha fazla 

incinmiş ve feryat içinde çağıldayan

kimseciklerin göremediği 

o eşsiz 

ve

biricik olan gölgem.


Parfümlerinizden daha anlamlı kokar

koparılmamış çiçekler

unutulmanın mevsimleri

açık seçik amansız perişan ederken 

betonlara sıkışmış bilincimi

yalınayak kaçarken

mahşerin eşkıyalarından 

bütün mevsimlerin 

burnumdan kan getiren bütün kavgaların

uzağından seyre dalıyorum

bataklıklardan hayat bulan

hevesine yenik düşen canavar hırıltılı

insanın bitmez tükenmez açgözlülüğünü

yanık gül kokusu 

şehrin atmosferini istila etmiş

kabuslarını birbirine dolamış

esrarengiz acemi bir avım

neticede kitapların ışığına inanmış bir av

fırtınaya yakalanan yıldız yağmuru

kuşluk vakti baş dönmesi 

gece yarısı baş ağrısı 

evvela göğün menevişini görelim

bize yakışan odanın boğuk köşesinde

zamanın evren sonsuzluğuna

akmasını beklemek

beklemenin karşılığını bilmeden beklemek


Suskunduk

sis içinde kaybolmuş mahallenin

meşhur belalılarıyla

üç gece vuruştuk

Karnın acıkmış, tütünün de kurumuştur

soğuk aynalarda yaşına direnen saçların

kumsallarda güzellenmiş

cumartesi günlerini çağrıştırır

güneşi görmezsin

çünkü güneşten bihaberdir aşıklar.