"Peki benim yerimde sen olsaydın, ne yapardın?"


Kızıl ve Karamel, kararmakta olan göğün altına uzanmışlardı: Yakınlarındaki bir gölün sakin dalgalanma sesleri onlara eşlik ediyordu, gölün üstünde de eski bir köprü vardı. Gelen geçen insanlar çürümüş tahtalara basınca bütün köprü varıyla yoğuyla gıcırdıyor, kulak tırmalayıcı ve iç gıdıklayıcı bir ses çıkartıyordu. Ama bu rahatsız edici değildi, kesinlikle değildi. Neticede bu köprü, eskilerin havasını estiriyordu.


İkisinden biri bakışlarını kısa bir süre için göle çevirip yeniden göğe baktı.


"Köprüden atlardım,” diye cevap verdi Kızıl.


"Hayır öyle bir şey değil, henüz nefes alırken yapabileceğim bir şey olmalı. Diğer türlüsü ne işime yarayacak ki."


Kızıl derince içini çekip düşündü.


"Çiçek dikerdim," dedi sonra, Karamel güldü.


"Ben çiçek dikmezdim," dedi Karamel. "Bir çiçeği dikersem ona bakmam ve onu büyütmem gerek olur, ben bunu istemem.


“Asıl bir çiçek beni büyütsün. Bir çiçek bana baksın, beni doyursun ve yetiştirsin ki ben ona benzeyeyim: Zarif olayım, narin olayım, yapraklarının dokusu göz kapaklarımda olabilir ama ben yine de yaprakları gibi yumuşacık olayım. Parmak uçlarımdan köklerim sarksın," yattığı yerde bir elini kafasının altından çekip havaya kaldırdı, elinin üstünde yer yer çimenler vardı, "kirpiklerim yeşil olsun, kaşlarım, saçlarım da öyle. Bir kere benim güneş yanıklarım olmalı. Bir ayçiçeği büyütmeli beni. Sarı olmalıyım, sapsarı! Dayanıklı olmalıyım, yaz sıcağında saatlerce top oynayabilmeliyim mesela. Ve ismime uymaya gerek olmamalı, ismimin dışına taşabilmeliyim. Çünkü neden biliyor musun? Tohumumu toprağa atan çiçek de öyle yapıyor. Her zaman güneşi izliyor ve o gittiğinde küsüp kapanıyor, ama adı ayçiçeği. Ne olursa olsun yine de bir ismim olmalı, geriye bir şey kalmadığında ismimle çatışırım, günün sonunda ismime küserim. Küsebileceğim bir güneşim bir ayım yok ki! Yıldızlarım yok, sistemlerim, ya da ceviz kabuğunda bir evrenim!"


"Bana küsebilirsin, günün sonunda yani."


Karamel başını yanındakine çevirdi ve itiraz edercesine kaşlarını çattı.


"Ama, ben sana nasıl küserim? Küsemem ki."


"Neden? Geriye bir şey kalmadığında ben de mi kalmayacağım demek oluyor bu?"


"Evet, evet sen de kalmayacaksın demek oluyor," deyip bakışlarını kızıldan çekti.


"Ben de ismin olurum o zaman, ya da ceviz kabuğunda evrenin. O da olmadı, günün sonunda yattığın yatağa ben de yatarım, büzülürüm usulca koynunda kalırım."


Karamel kafasını iki yana salladı.


"Olmaz, hayır."


"Neden olmasın?"


"Dedim ya, ben sana küsemem. Sadece olmaz yani. Zaten sen benim koynumda uyuduktan sonra benim yıldızlarım bile olsa ben o andan sonra hiçbir şeye küsemem, hiçbir şeyle çatışamam. Hem, benim yatağım bir kişilik!"


"Ama ben yanında olup bana küsmeni yanında olmamaya, hatta hiçbir yerde olmamaya tercih ederim. Bildiğini sanıyordum."


"Tabii ki biliyorum."


"O zaman neden kabul etmedin?"


"Yatağım bir kişilik de ondan."


"Ben pek bir yer kaplamam ki."


"Yer kaplamasan bile ben - " Karamel durakladı, sonra hayli kısık bir sesle cümlesini tamamladı. "Yer kaplamasan bile biz birlikte uyursak ben - yani sanıyorum ki - ben adımı unuturum. Ve bilmelisin ki buna izin veremem!" Birden aceleyle sesini yükseltmişti. "Ya bir gece gözümü açarsam da seni yanımda bulamazsam? Ya günün sonunda bana kalmazsan? O zaman ben ne yaparım? Düpedüz ismimi bile kaybetmiş olurum, ben bunu istemem. Hem sen ismim olma zaten, yıldızım da olma başka bir şeyim de; sen böyle kal ki kaybolduğunda, seni kaybettiğimde saçların kırmızı olduğu için hatırlayayım. Seni şu kayıtsız suratınla hatırlayayım çünkü ben seni böyle sevdim. Ben seni çiçek dikerdim deyip de benim yerimde olsan bile artık çiçek dikmeyeceğini bildiğim için hatırlayayım. İsmim olsan bile benden silinebilirsin, ama senin öz hatıran hep aklımın bir yerlerinde bana el sallıyor olacak. Neye benzediğin, nasıl biri olduğun hatta kim olduğun bile önemli olmayacak çünkü bende hatıran varsa eğer bu bir zamanlar benim için değerli olduğun anlamına gelecek."


"Yani diyorsun ki ben öyle de böyle de kaybolacağım."


"Evet, kaybolacaksın. Herkes kaybolur. Ben de kaybolacağım. Mesela istesen bile ömrünün sonuna kadar beni yanında tutamazsın, bir bakmışsın senden önce ölmüşüm."


"Deme öyle!"


"Neden, ne oldu? Dur bir dakika, gözlerindeki o şey korku mu yoksa?"


"Evet, korku, seni salak. Ne o benden önce ölmek falan, bu da nereden çıktı!"


"Hemen yükseltme sesini, sadece söylüyorum."


"Söyleme o hâlde!"


"Tamam, tamam söylemem," dedi Karamel yatıştırıcı bir sesle. Küçük bir gülümsemeyle uzandığı yerde dönüp yan yattı, saçlarının birazı çimenlerin üzerine sarktı, alnının birazı açıkta kaldı. Kızıl’sa içinde birden kabaran endişe ve hiddetle dirseklerinin üzerinde doğrulmuştu. Ama kolundan tutulup çekilince başının ardı yerle buluştu. Karamel onu daha yakınına çekti, bir elini de Kızıl’ın başının altına koydu. Şimdi aralarında bir kol mesafe vardı.


"Al sana yastık," dedi Karamel, kırmızı saçların arasında parmaklarını zar zor kımıldatıp varlığını hissettirerek. "Ve al sana yatak olarak tertemiz çimen, yan yanayız, belki tam olarak koynumda değilsin ama bak, günün sonundayız."


"Ama sen kendinle çelişiyorsun."


"Ama sen geriye kaldın. Başka ne yapabilirim ki söylesene. Evet, evet bence de susmalısın. Sen de biliyorsun, başka bir şey yapamam. En kötüsü de beni anlıyorsun, bu - bu delilik!"


"Nesi kötüymüş bunun?"


"Genelde başkalarını anlamayız, genelde kimse kimseyi anlamaz. O yüzden herkes rahattır, birini anlamış olmak omuzlara yüktür çünkü. Senin beni anlıyor olmanın ağırlığı altındayım. Hiç belli etmiyorum, değil mi? Ah, merak etme, sen de etmiyorsun. Öyle bakma, bunca konuşuğumun kafana kafana vurduğunu tabii ki biliyorum. Ne de olsa beni anladığın için artık köprüden atlamayacaksın. Ama yine de bir eksiğimiz var!"


"Neymiş o?"


"Çekirdekler, Kızıl, çekirdekler! Yanaklarımda çekirdeklerim yok!"


"Eh, yanaklarına az biraz çekirdek atarız o hâlde, bence ben yapabil-"


"Sen yapamazsın."


"Sözümü bitirmeme bile izin vermedin ki!"


"Üzgünüm ama o çekirdekler hayli sivri uçlu ve ellerine batarlar. Bu işi asıl yapması gereken ayçiçeği. Yüzünü yüzüme dokundursa bile yanaklarım hemen filizlenir, çok kolay aslında."


"Sen bu çekirdekleri çok mu istiyorsun?"


"Evet, çok istiyorum. Neden sordun?"


"Elimi hiçbir şeye vurmadan sana onları verebilirim, desem, kabul eder miydin?"


Karamel hiç düşünmeden kafasını hızlıca salladı. Onaylamasını takip eden birkaç saniye sessizce geçti, öyle ki göl bile çıtını çıkarmadı. Sonra Kızıl, yanağını Karamel’in yanağına yasladı.


Geri çekilip başını yastığına bıraktığında parmaklar saçlarını yeniden belli belirsiz okşamıştı. Karamel sakince gözlerini kırpıştırdı. "Bu durumda sen kim oluyorsun?" diye sordu, Kızıl güldü.


"Aslında sen ne istersen o olabilirim. 60 yaşıma basarım, bana baba diyebilirsin. 30 yaşlarıma gelirim, ama istersen 25'lerimde de dururum, sana yol arkadaşlığı yaparım. Yaşıtın olurum, kim bilir, belki o zaman şu elinin üstündeki doğum lekesini öperim. Ve sen ne olursa olsun bilirsin ki, ben seni her yaşımda severim."


"Ama sen bir ayçiçeğisin."


"Bu durumda tohumunu toprağa ben attım. Seni ben büyüttüm, doyurdum, yetiştirdim. Ve bilmelisin ki sen zaten sarısın, hem de sapsarı! Zarifsin, narinsin, hatta parmaklarında köklerin var, hiç mi görmedin?"


"Köprüden atlamak istememe sebep oluyorsun. Ama senin yüzünden köprüden atlarsam, suyun altında bile nefes alabilirmişim gibi geliyor."


"Hayır, köprüden atlamamalısın."


"Peki benim yerimde sen olsaydın, ne yapardın?"