2021 senesinin ocak ayları. Ağrı’da öğretmenlik yapan ablamı ziyarete gideceğim. Her şey çok güzel bir şekilde planlanmıştı lakin uçak korkumun önüne geçemiyordum. Yirmi bir yaşında, hayattan çok fazla ders aldığını iddia eden bir delikanlının göğüs kafesinden karnına doğru inen bir sancı. E bu zamana kadar “Korkunun ecele faydası yok!” diyerek geçirmişiz hayatımızı. Orta kulak iltihabı olanlar bilir ki otobüsle on altı saat hiç çekilmez. Mecburen uçağa bineceğim.
Uçağa bindiğim zaman benimle aynı ortamda bulunan beş-altı yaşlarındaki çocukları görünce içimi hüzün kapladı. Hayat bana yirmi bir yaşımda sunduğu imkanları onlara çok daha önceden sunmuştu. Kendi kendime “El kadar çocuğu kıskanma da yerini bul.” dediğimi hatırlıyorum. Koltuğum pencere kenarındaydı ve gökyüzünde süzülürken bulutların fotoğrafını çekmemek için kendimi zor tuttum. Koltuğuma oturduktan sonra çevremdeki insanları dinlemeye başladım. Anladığım kadarıyla uçağın yarısından fazlasını öğretmenler oluşturuyordu. Yeni atanan öğretmenler, uçak koltuklarını eskitmiş öğretmenler ve mavi takım elbiseli siyasi partilere mensup insanlar… Uçak bir buçuk saatten az bir sürede Ağrı’ya iniş yaptı. Benim için inanılmaz bir olaydı. Kazan otobüsüne binip Kızılay’a gitmem bile bazı zamanlar iki saati buluyordu.
Şehre indiğimde karşımda ablam, biraz gerisinde eniştem bulunuyordu. Sarılma, ayaküstü muhabbetlerden sonra arabaya binip eve doğru yola koyulmaya başladık. Arabada birkaç kurabiyeyi ılık sütle yedikten sonra aklımdaki tek düşünce şehri ve şehrin insanlarını gözlemleyebilmekti. Ülkenin batısında doğup büyüyenler, ülkenin doğusundaki olaylara her zaman siyasi bir gözle bakmıştır. Siyasi güzellemeler, siyasi acındırmalar, siyasi hamleler… Burası gerçekten de unutulmuş ve geri kalmış bir şehirdi. Merkezi yollarda arabanın tekerlerine asfaltlar eşlik ederken ara yollara girdiğiniz zaman asfalt yerini betona, bazen de sadece çamura bırakıyordu. Yağan karın erimesi, her yerin buza dönüşmesi, akşam tekrardan lapa lapa yağan karın keyfini çıkaran insanlar gece sokağa çıkma yasağını hatırlamıyordu bile. Her şehirde olduğu gibi yağan kar insanın bedenini dondururken o soğuk havada terlikle gezmek zorunda olan çocuklar insanın içine bir kor alev gibi düşüyor. İlk gün bunları gördükten sonra Doğubeyazıt’ta neleri göreceğimi tahmin edemiyordum.
Sonraki gün Doğubeyazıt’a gitmek için yola çıktık. Belli bir süre gittikten sonra Ağrı Dağı’nın bana gülümsediğini fark ettim. Ne kadar da ihtişamlı bir görüntüydü. Dışarıdan bakınca insan tutkuyla izliyordu. O tutkum saniyeler sonra aldığım bilgiyle yerini endişeye bıraktı. Ağrı Dağı’nda yürütülen terör operasyonları. Bu dünya haritasına Google Earth’ten bakmak gibiydi. Doğubeyazıt’a geldikten sonra ben de taktığım maskenin bir önemi olduğunu anlamıştım. Bir yandan kendimi ilçenin dokusuna bırakırken bir yandan da “Umarım antikorum tükenmemiştir.” diyordum. O gün halk pazarının kurulduğu gündü. Benim için burası tam anlamıyla hayretler diyarıydı. Önünden geçtiğim tavukçudan insanlar tavuğunu seçiyor, mal sahibi tavuğu alıp yanındaki elemanına veriyor, eleman oracıkta tavuğun kafasına satırı vurduktan sonra tavuğu temizlemeleri için yandaki hanımefendilere veriyordu. Hanımlar tavuğu temizledikten sonra tavuğu sahibine, tüylerini ve geri kalan parçalarını da ısınmak için yanlarındaki ateşe atıyorlardı. Pazar yerinde insanlar ısınmak için tavuk uzuvları ve büyük lastikler yakıyordu. Pazardan çıktıktan sonra karşıma maske satan bir çocuk geliyor, benden maske almamı istiyordu. Kendisinin neden maske takmadığını sorduğum zaman “Bir lira, bir liradır.” demesi içime tekrardan bir alev parçası düşürüyor. Aklıma “Kibritçi Kız” masalı geliyor, sakinliğimi korumam her şeyden zor bir hal alıyor. Girdiğimiz dükkanlardaki esnafların öğretmenleri çok sevdiğini anlamak zor olmuyordu. Tıraşım, siyah giyinişim ve güneş gözlüğümden dolayı beni sivil polis sanan esnafların bana yaklaşımı hâlâ yüzümde tebessüm oluşmasını sağlar. Burada adım attığınız her sokakta sigara satan insanları görmektesiniz. “Sudan ucuz” tabiri Ağrı’da sigara için geçerli olabilir. Burada sigaraya başlama yaşının bir önemi yok. Belirli zincir marketler dışından da aldığınız sigaraların kaçak olmama ihtimali yok denecek kadar az.
Günler birbirini kovaladıktan sonra Ankara’ya dönüş vakti gelmişti. Sabah yola çıkarken arabanın derecesinin -39’u gösterişi aklımdan çıkmayacak. Ağrı’dan çıkarken belirli yerlerde sadece önünüzdeki arabanın lambalarını takip ederek araba sürüyorsunuz. Güneş doğmaya başladıktan sonra size dağlar eşlik ediyor. Dağlardaki oyukları sabah karanlığında gördüğünüz zaman “acaba” diyerek aklınıza türlü türlü düşünceler geliyor ve uzun uzun baktıktan sonra sadece dudaklarınızı oynatarak tebessüm ediyorsunuz.
Burası gerçekten de Ankara’nın, İstanbul’un, batıda bulunan herhangi bir şehrin onlarca yıl gerisinden gelmekte. Bayrağın olduğu her yer bizimdir derken böyle şehirleri unutmamalıyız. Doğu Anadolu’yu, Güneydoğu Anadolu’yu, Doğu Karadeniz’i unutmamalıyız…
Merve Yekta Ateş
2021-12-07T22:39:54+03:00Samimi. Gülümseyerek okudum elinize sağlık 🙂
Jean Valjean
2021-12-04T19:17:56+03:00Sitede, nadiren de olsa, yazılan gezi yazılarını ayrıca seviyorum, ayrıca ilgimi çekiyor. Benim açımdan güzel, keyifle okuduğum bir metindi. Ellerinize sağlık.