Küçüklüğümden beri hep hatırlarım da akşam olunca ışıklar yakılır, o güneşlikler çekilirdi. Hatta perde asarken en nefret ettiğim de onlardı, "ne gerek var şimdi bunlara, ekstra zahmet, çok ağırlar hem" diye yakınırdım hep. Zaman geçtikçe bunun mantığını ve gereğini anlayabilmek için aileme sorduğumda "insanlar evin içini mi görsünler istiyorsun?" tepkisiyle karşılaşmıştım. Bu bana hiç mantıklı gelmemişti ve doğal olarak "ne yani insanlar da bizim evimizi izlemesinler o zaman" diye karşılık vermiştim. Tabii bizimkiler pek de aldırış etmemişti, çünkü o evde onların kuralları geçerliydi ve o zamana kadar kendi ailelerinin evlerinde nasıl yaşamışlarsa onu devam ettiriyorlardı. Ne var ki bir süre sonra buna alıştım, fakat "kendi evime çıktığımda asla güneşlik kullanmayacağım" da dedim. Şu an kendi evimden yazıyorum bu yazıları, ve evet güneşliğim de var. Hatta (arada) kullanıyorum da.

Bir şeyin yanlış olduğunu öğrenmek için yahut bir şeyi yapmamak için o şeyin gerçekleşmesine engel olacak başka bir şey mi olmalı? Çok defa ‘şey’ dedim, farkındayım. Şöyle açıklayayım, yapılması pek uygun olmayan bir davranışın öğrenilmesi, ancak o davranışın oluşumuna engel olacak başka bir koşulun varlığıyla mı sağlanılabilir? Yani biz, başkalarının evlerini izlemememiz gerektiğini bu perdeler (güneşlikler) sayesinde mi öğrenebiliriz ancak?


Çok sevdiğim, kitaplarını şevkle okuduğum, gönlü güzel insan rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun şöyle bir hikayesine denk gelmiştim: ABD’de doktora yaptığı zamanlarda daha ilk sınavda şaşkınlık geçirdiği bir olay vardı ki, o da hocalarının sınav esnasında sınıfta bulunmaması idi. Henüz ilk kez bulunduğu, kültürünü dahi bilmediği bir ülkede böyle bir olay yaşanması onu çok şaşırtmıştı normal olarak, çünkü bizde böyle değildi. Fakat sonra asıl kendisi ‘neden o yaşta dahi hala gözetlenmek zorunda hissettiğini’ sorgulamıştı. Yani tüm sınıfın sınav ahlakı kazanabilmesi yalnızca bir öğretmene / gözetmene mi bağlıydı?


Çocukluğumuzda yaşadığımız, yetiştiğimiz, büyüdüğümüz evlerde ne görmüşsek, ne öğrenmişsek düşünce yapımız ve davranışlarımız da o yönde şekilleniyor, gelişiyor. -Tabii yalnızca bunlar değil tek etkenler, üzerinde durduğum bu durum için örneklendirilebilecek etkenler bunlar.- Bu hikayeyi duyduğumda da kendi çocukluğumdaki perde olayı gelmişti aklıma. Her iki durumda da ‘izlenmek, gözetlenmek’ var. Her ikisinde de bir davranışı engelleme amacı var. İşte asıl sorun burada oluşuyor. Küçüklüğünden itibaren insanın zihnine yapışan ‘izleniyor olma’ algısı insanın, kendisi olabilme imkanını elinden alıyor, dış kaynaklı davranış geliştirmesine sebep oluyor. Böylelikle tıpkı evin içinde o güneşlikle bir şeyleri gizleyebildiği gibi dışarıda da maskesi oluyor güneşliği. Kendisini ne kadar çıplak, ne kadar açıkta görünür bırakırsa o kadar izleneceğini düşünüyor. Ki bu yüzden ışığını dahi yakmıyor. Çünkü biz, perde açık kalsa da bir başka camın ardının izlenilmemesi gerektiğini öğrenmedik; biz bunun ancak gizlenilerek sağlanabileceğini öğrendik.


Bu noktada fark ediyorum ki, ‘diğerlerinin’ dolayısıyla hepimizin birbiri üzerinde yönlendirici etkisi mevcut. Fakat bu olumlu yönde değil ne yazık ki. -Elbette toplulukların birbirini olumlu yönde etkilemesi mümkün.- Zihnimize yerleştirilen ‘izlenme, izleme, gözetlenme, gözetleme’ algısı sebebiyle hareketlerimizi, davranışlarımızı dışarıdakiler için yapıyor hale geliyoruz. Perdemiz açıkken değil, kapalıyken kendimiz olabiliyoruz. Tıpkı Doğan Hocamın örneğinde olduğu gibi ‘gözetlenmeye alışmışlık’ kontrol ediyor davranışlarımızı.


Yalnızca bilmemiz gerekiyor ne perdenin ne de kapalı ışığın, gören gözleri engelleyemeyeceğini. Bilmemiz gerekiyor yalnızca kendi hayatımızla muhattap olmamız gerektiğini. Ve dediğim gibi, (arada) o perdeyi çekeceğimizi ama bunu gizlenmek için yapmayacağımızı bilmemiz gerekiyor. Bilmemiz gerekiyor ‘asıl perdenin düşüncelerimiz olduğunu’. Bu yüzden açmalıyız ışığımızı, kurtulmalıyız o engelleyici perdeden ve devam etmeliyiz kendimiz olmaya.