Orada geçirdiğim son günler olduğunu hissedebiliyordum ama sonunu böyle tahmin etmemiştim. Kaldı ki nasıl biteceği umurumda da değildi. Biraz olsun evden uzaklaşmak ve borçlarımı kapatmak için girmiştim işe. Tüm gün toz ve dumanın içinde çalışmak, sağlığını, ömrünü heba etmek bir insanın isteyerek yapacağı bir iş değil sonuçta. Maaşının yüksek olmasından başka beni orada tutan hiçbir şey yoktu. Beni günden güne yoran bir şey için her sabah kalkıp bu kalabalık sokaklara kendimi atmak canımı yakıyordu. İşten kovulmasam en fazla birkaç ay daha çalışabilirdim. Başka bir yerde çalışabilir  miydim onu da bilmiyordum. Sonuçta babam da benim gibi hayatı boyunca çalışmak zorundaydı. Para biriktirmek, çocuğunu okula göndermek bizim için etrafımıza baktığımızda gördüğümüz nadir bir olaydı sadece. Liseyi zor bitirebilmiştim. Sonra hiçbir şey olmadı. Evet, uzunca bir süre hiçbir şey olmadı. Kocaman bir boşluk ve sonrasında fabrika. Başka hiçbir şey olmadı.

 

Fabrikada, hareketleriyle herkesten ayrı görünen, her sabah içini büyük bir sıkıntıyla kapladığını hissettiğim birkaç kişi vardı. Birisinin saçı uzundu. Boş kaldığı her an müzik dinliyor, verilen işleri yaparken başka şeyler düşünüyordu. Bu her halinden belliydi. Yalnızca bir seferinde “kolay gelsin” dediğini duydum, konuşmakla pek bir alakası yoktu. Diğeri de pek hareketli bir gençti. Elindeki telefondan sürekli bir şeyler okuyor, kendisini dinleyen bir avuç insana karşı büyük bir hevesle bildiklerini anlatıyordu. Sürekli bilgi peşinde koşması onu şaka malzemesi haline getirmişti. Fabrikadakilerin kafasındaki “normal insan” tipine uymuyor, boş konuştuğu gerekçesiyle alay ediliyordu. İkisi benden daha güçlü olacak ki daha birbirimizle doğru düzgün tanışma fırsatını bulamadan çekip gittiler fabrikadan. İsimlerini dahi bilmiyorum. Bana; bir şeylerden rahatsız birkaç insan bıraktılar, boşluklarını zihnimde doldurduğum.

 

Fabrikadan atıldıktan sonra ise her şey olduğu gibi devam etmişti. Aslında her şey eskiye döndü diyebilirim. Çaresizce bekliyordum ama neyi beklediğimi bilmiyordum. Fabrikada verilen emirleri yerine getirmeye alıştığım için bir yerden emir gelmemesi beni boşluğa düşürmüştü. Sadece yürüyüş yapıyordum. Şehrin bilmediğim sokaklarına kendimi bırakıyor, evin yolunu bulmaya çalışıyordum. Yanından geçip gittiğim insanların tuhaf bakışları bazen beni güldürüyor bazen düşündürüyordu. Acaba yüzümdeki çizikleri ne sanıyorlar ya da bir önceki günümün de böyle, tüm gün yürüyüş yaparak geçtiğini biliyorlar mıydı. Sürekli gördüğüm bir amca vardı. Yalnızca bir kez konuştuk ve onu bir daha görmedim. Bir daha neredeyse kimseyi görmedim. Hayatım boyunca hep yalnızdım ama ilk kez etrafımda kimse yoktu.

 

Hava uzun zamandır o günkü kadar soğuk değildi. Her gün aynı saatte gelip oturduğum banktan kalkıp yürümeye başladım. Ve her gün yaptığım gibi o yoldan geçip gittim. İşe gidip geldiğim servisin yoluydu bu yol. Gözyaşlarımı sımsıkı tutup, adeta içimi oyan o duyguyla yürüyordum bu yolda. Fabrikadan birisini görmek istiyorum. Belki de geçmişe dair bir şey görmek istiyorum. Bana söyleneni yaptığım, yorgunluktan düşünmeye, bir şeylere zorunda kalmaktan kendimle kalamadığım günlere dair bir şey arıyordum. Servis her gün aynı saatte geçip gidiyordu. Bense, yerimden kalkıp, yoldan geçen her arabaya aynı heyecan ve merakla bakıyorum servisin iki saat önce geçtiğini unutarak. Bir zamanlar bana yorgunluk ve acıdan başka bir şey hissettirmeyen işimden geriye kalan birkaç güzel anı vardı sadece. İşe gidip gelirken dinlediğim şarkılar da o güzel anıların canlanmasına yardım ediyordu ama artık bir daha o günlere dönemeyeceğimden başka bir şey anımsatmıyor. Bir zamanlar bitsin diye dualar ettiğim günlere dönmek için gözyaşı döküyordum artık.