Hayat aslında benim için biraz yavaşladı, her insan böyle mi hissediyor bilemiyorum. Ancak bu durum ne kadar duygusallığa yönelik daha yakın hissettirse de aslında bir yandan bana zarar veriyor. Kurduğum insani ilişkiler bir yana kişisel görüşlerim, düşüncelerim belki de savunmaya geçiyor. Bilmediğim duygular yüzünden suçlandığımı hissetmek kötü hissettiriyor. Tam olarak neye ihtiyacım var bilmiyorum.


Bunu düşünmek de aslında gerçekten beni ağlatmaya yetiyor. Karmaşıklık sadece olaylarla olan bir kesinlik değil, yaşamadığın duyguları kavrama ve akışa bırakma özelliği gerçekten ilginç. Yıldız tozu olarak çok büyük duyguların içinde değilim ama yoğunluklarını hissetmek gerçekten bir süpernova gibi geliyor benliğime.


Merhaba ben, seni nasıl kalıplar altına saklamışım, nasıl bastırmışsın ama düşüncelerini duygularını. Kırılmaktan korkan, güvensizlik içerisinde güvenli alanını yaratan olarak sesleniyorum. Burası benim güvenli alanım, ama aslında güven diye bir durum söz konusu değil. Gördüklerini sessiz bir çığlık olarak içinde tutmak, içindekileri söylemek yerine konuşamamak aslında suç gerçekten senin değil. Belki de bir suçlu yoktur? Ama hayatın getirileri seni suçlamaya ve dışlamaya itiyor. Sadece bu duygulardan mahrum kaldığın için güvenli alanını güvensizlik olarak belirlediğin için hak edecek şeyin çok az, hatta olmamalı.


Belki de hayatımda hiç bu kadar ötekileştirilmedim. Hislerimi söylemenin vaktini burada harcıyorum.


Gözlerin inci gibi parlar dünyaya karşı,

Acımasızlığı ve vicdanın sorgulandığı noktada,

Yoktu artık varoluşunun anlamı.

Aslında hiç varolmadın,

Nasıl sakladın bu incelikleri,

Kelimeleri nasıl bu kadar güzel seçmeye başladın,

Nasıl açıklamaya çalıştın?

Buna harcadığın vakitten nasıl sıkılmadın?

Anlaşılmaya duyduğun ihtiyacı nasıl görmezden geldin?

Anlaşıldığını hissettiğinde nasıl büyülendin,

Sevgiye karşı nasıl böyle doluluk besledin,

Nasıl güvenebildin ve yok saydın,

Kilitli duran kapıların ardındaki inceliklere baktın.


İlk kendimi açmaya çalıştığım zamanlarda sürekli ağlıyordum. Hala daha ağlıyorum, duygularım o kadar yoğun ve ağır geliyor ki bazen tek yapabildiğim şeyin bunu doğru bir şekilde aktarmak olduğu aklıma geliyor. Karşımdakiler de sorar, “Neden ağlarsın?” diye. Kaç neden saklı her bir gözyaşında, kaç bahane mevcut bastırdığım duygusal sebeplere?


Kaç karakter yarattım zihnimde yakışmayan düşüncelere, kaç kere yok saydım seni, kaç kere duyguları ve değerini yok saydım? Seni anlıyorum, buna ihtiyacın vardı. Güvensizliği kendi güvenli alanı olarak belirlemiş küçük bir çocuk. Önünde kocaman bir duvarın ardına açılan küçük deliklerden gördü denizi.


Yine bırakmadın kendini ama çok pes ettiğin zamanlar oldu. Sana saygısızlık ettiğim düşüncelerle seni aşağıladım hatta yok saydım. Yok olmanı istedim, ölmeni istedim. Küçücük dünyada en büyük sorun olarak gördüm, özsaygımı yitirdim. Kayboldum, kaybolduk tıpkı dinlediğin klasik müziğin ezgileri gibi seversin bu hissin tanımını. Karmaşık şeylere bayılırsın, problemlerin en büyüğünün derinine inmeyi seversin. Hatta bazen sana bu az bile gelir, problem yaratırsın. Çözmeye çalışırken kendini kaybedersin ve oyunu kurduğun gibi kendin bitirirsin.


Kaçarsın, ani duygulara gelemezsin. Duygunun olduğu yer senin için nedir? Yok sayarsın en mantıklı sen düşünürsün değil mi? En iyi kararları sen verirsin öyle mi? Duygu sadece bir yansıma, geçici bir illüzyondur değil mi? Böyle mi düşünüyorsun gerçekten! Bunları sana sorarken de sana saygısızlık ediyorum. Çünkü sana kızgınım. Hala içimde onarılmayan duygular ve düşünceler var. Hala sana haksızlık ettiğim noktalar oluyor. Beni ne kadar alttan alıyorsun? Beni ne kadar, ya sen bana… Nasıl bana katlanıyorsun!


Süregelen aydınlığa doğru ilerledi adımları,

Durdu düşünmeden önce baktı geçmişe,

Kendi kendine hayıflandı bu yaşananlar bana yeter diye,

Hassas duygularıyla selamladı bakışları,

Gitmem gerek dedi,

Direndi.

Geçirdi ömürün anlam kazanan yönüne ipleri,

Aldı nefesini bıraktı kendini,

Düşündü en saflığı,

Bulmaya çalıştı ömür ellerini ona uzatmışken,

Gözleri buğulandı serildi yere,

Sinirlendi geçmişin aydınlattığı geleceğe.


Kabullenmek çok uzun sürdü gerçekten. Belki de doğru bir zaman daha vardır, açıkçası bilemiyorum. Ama verdiğim çabaya değer olduğunu düşünüyorum. Çok ağır aslında yani hayatta yaptığın birçok davranışın tercihin bilinçsizce sende yer edinip o durumdan kaçmaya çalışmak. Hatırlamak ama geçmişi unutacağını sanıp da hatırlamak daha da acı. Benzeşmek hatta hayatın tam olarak kendisiyle empati yapmak. Sadece etafındakilerin problemleri onlarla empati yapmanın heyecan duyulan noktasında aslında tüm sorunların çözümünün varoluş olması farklı bir anlama sahip.


Bir yandan da içgörüsü yüksek bir insan olarak kendimle ilgili soruları hep sorarım. İyi yönleri görme konusunda hep kendime haksızlık ettim. İçimde bana zarar verecek insanı yarattım, bana bu şekilde hissettirmesine izin verdim. Hayatıma aldığım insanlarda da bu gerçekleşti, sanki kendimi bununla ödüllendirdim. Bu aşağılanmalar hayatımda olmasaydı belki de kendimi daha anlamsız hissedecektim. Kabulleniş tam olarak ismi bu! Kabullenişe karşı direniş yaşamaya başladığımda aslında gerçeklerin ne olduğunu öğrenmeye doğru sorgulamalar beni sürükledi derinlere doğru.


Üzgünüm, çok fazla üzgünüm, kendime bunu nasıl yaptım bilemiyorum. Memnun olmasam da bunu kabullenip yok saymak kendime yaptığım saygısızlığa bir yenisini daha ekliyordu. Sorumluluklarım veya beklentilerimin hor görülmesi, duygusal olarak yaşadığım boşluğun kullanılıp da yüzüme vurulması. Bunun için suçlanmak, bunun için hakettiğim tavırların çoğu bana geçmişi hatırlatıyor.


Sildi gözyaşlarını,

Oturdu kaleminin başına,

Anlatmak istedi yıldız tozu ondan daha büyük olduğunu düşündüğü hisleri,

Ne güzelsin kızım,

Kelimelerine dikkat ederek, güvensizliği kelimelerinde yaşayarak,

Kendine açtığı sayfalarda bile kendini anlatmaya korktu,

Yargılanma hissiyatı ile yine duygu ve düşüncelerini göze alamayarak,

Kapalı bir şekilde var etti hislerini farklı bir anlatımla,

Ne güzelsin kızım,

İnce düşünür evirir çevirirsin duygularını,

İsteyince ne güzel saklarsın o tomurcuklanan çiçekleri,

Gözlerin ne güzeldir bakışlarına yansıyan geçmişin beklentileri,

Kaybolmasını istemezsin hislerini döktüğün kelimelerinin,

Ne güzelsin kızım,

Amma cömertsin karşındakilere karşı,

Kendini yok saydığın zamanlar için kime borçlu kaldın,

Kaç defa görmezden geldin, neden gülümsedin,

Okuduğun her kitabı kendine ithaf ettin,

Sana dokunan tek şeyin cümleler olduğunu keşfettin.

Ne güzelsin kızım


İnsanlar gerçek anlamda yaşantımızda çok kabalar, incelik gösterecekleri durumları mı bilmiyorlar? Yoksa onlar da mı incindi bilmiyorum ama her insandaki mutluluğu galiba kendim için sahipleniyorum. Her insana çok farklı şekilde sevgi duyuyorum. Dünyada varoldukları için teşekkür etmek istiyorum. Doğa beni bu anlamda en tuhaf karşılamayan güzellik. Her ay mutlaka doğa ile iç içe verip ona güzel hislerimi ona karşı düşündüklerimi anlatmaktan asla çekinmem. Her ağacın yanından geçerken yapraklarına baktığımda her zaman ona içimden iltifat ederim. O da bana karşılık verir rüzgarıyla, kucağıma düşürdüğü yaprağıyla sarar hislerimi.


Keşke bu hislerimi bahşedeceğim cesareti kendimde bulabilsem. Sevgiyi gösterme konusunda cümlelerim iyi ancak gösterme konusunda güvensizliklerim ve kırgınlıkları ele almak biraz zorlayıcı oluyor. Bu yüzden ifadesiz şeylere karşı bağ kurmak bana daha kolay geliyor. Açıklama yapmak, aşık olsam aşkımdan ağlarsam bile beni yargılayacak bir durum olmazdı.


İnsanlar beni gerçekten ürkütüyor, duyguları beni çok ürkütüyor. Kendimden de ürküyorum. O kadar kalıcı bir şekilde hislerimi hissediyorum ki gitmiyorlar. Ancak kendimi ele almaya başladığımdan beri insanlara karşı bu kadar yumuşak olmamaya karar verdim. Çünkü ben de aynı hisleri onlardan alıyorum. Bana hissettirdiklerini yaşattığımda da suçlu ilginç bir şekilde ben oluyorum. Ancak içimdeki hissin gerçekten bu kadar ağır olduğunu düşünemiyorlar sanırsam veya ben açıklayamıyorum.


İçimde duygularımı anlatma şeklim gerçekten çok ilginç. Bu durumları açıklamam ama sürekli bir yerlere dalarım. İçimden bazen o kadar ilginç kelimeler ve cümleler geçiyor ki gerçekten kalbim ağrıyor. Duygularımı neden bu kadar yoğun hissediyorum bu da bir soru işareti. Ancak gerçekten bir yere bakarken aklımdan sürekli cümleler kelimeler geçmeden duramıyor. Gözlerimle sevgi besliyorum gözlerimle seviyorum o anı. Gülümsemeden de duramam mesela, özellikle duygusal bir anda da gülebilirim. Bilemiyorum minik bir çocuk gibiyim. Ya da duygularından kaçmaya çalışan bir insan.


Baktı aynaya en çaresiz haliyle,

Gülerken gözyaşları iniyordu beyaz teninden,

Elini vurdu aynaya doğru,

Elinde cam parçası ile yüzüne doğru tuttu,

Gezdirdi birkaç defa teninde,

Boğazına doğru getirdi yine düşündü ömürün açılan kapısını,

Tam o sırada gözleri kapandı,

Açıldığında hayatın geçen saliseleri tekrar işliyordu onun için.


Hayattaki önceliklerimizi gerçekten iyi seçmemiz gerektiğini düşünenlerdenim. Ben her zaman sevgiye inanırım, aşık olmayı severim. İlgiye yönelik sevgiye yönelik o kadar beslenirim ki doğanın karşılıksız bana sunduğu sevgi mesela gerçekten daha fazlasını hakettiğini söyleyebilirim. Sevgiyi ararım, keşfetmeyi severim bu yolda harcadığım cümle sayısı vakit gerçekten benim için önemsizdir. Özü bulmak benim beslendiğim ana noktadır. Öz ve tüm kusursuzluğu ile kirlenmeyen o en dipteki bir duygu bile benim için bir umuttur mesela. Onu hissettiğim anda asla bırakmam asla vazgeçmem.


Zaman geçtikçe aslında hem kendim de dahilinde duygu ve hislerin özellikle en dipteki hislerin çok önemli olduğunu hissettim. Keşke hislerimi hissedecek biri olsaydı. Keşke sayısız melodiden birinde kaybolarak devam etsem. Bazen çok küçük olsam ve çimenlerde kaybolsam. Çok büyük olup da küçük şeyleri abartsam. Bence tanrının bizlere yaptığı tam olarak bu olabilir.


Saçlarındaki kıvırcıklara bile sitem ederdi,

Sarılmayı bilmezdi,

İfade etmeyi gerekli bulmazdı,

Farklı yönleri buldu sonra, farklı bakışları keşfetti,

Sonra sevmeyi hiç bırakmadı,

Sitemlerinin ardında gölgede kalanların hikayesini yıldızlara fısıldadı.