-Parayı Bir Din Sayanlar.
Gözüm hep dikiz aynasındaydı. Boş koltuk dolsa da gitsek diye bekliyordum. Allahtan oğlan liseden sonra okumak istemedi de otobüsümüzde muavinlik yapıyor. Birkaç ev ve bir otobüs sahibiyim diye hem şoföre hem muavine para kaptıracak değildim ya. Hem önümüzdeki yaz giriş kattaki daire satılacakmış. Onu da almalıyım. O yüzden para kazanmamız lazım. Evet! Son yolcu da geldi. Otobüsün müdavim yolcusu, Umran. Çaprazımızdaki binada oturur, her sabah, aynı saatte, otobüse biner ve işe gider. Ağzında sakızıyla gülerek selam verdi:
-Günaydın Talat abi. Kolay gelsin, dedi.
-Günaydın kızım. Sana da iyi yolculuklar. Bak kaç kişiyi senin için beklettim, diye kandırarak karşılık verdim.
Galiba haftanın son günü olduğu için yollar sakin ve yolcu da pek yok. O yüzden yavaş yavaş gidiyorum. Giriş kattaki evi almam lazım. Normalde 520 otobüsü iyi iş yapardı. Güzel para kazanırdık. Harikalar Diyarı durağına kadar dört yolcu alabildik. Bu arada arkadan yüksek sesli konuşan birisi duyuluyordu ama hiç şüphe etmeden Umran olduğunu anladım. Hemen oğlana seslendim:
-Oğlum şu Umran ablana bir ses et. Yolcular rahatsız olacak.
Oğlan bir şeyler diyordu, kaş göz işareti falan yaptı da sonunda kapattı telefonu. Bir anda oğlan kalkıp yanıma geldi:
-Baba, alt komşu kirayı yine vermedi değil mi?
İşler zaten kötü gidiyordu bir de oğlan aklıma bir kurt daha düşürdü.
-Yok oğlum. Adama ulaşamıyorum ki. Anan dedi, karısı terk edip gitmiş. Hayır kadın da haklı. Sen işten neden çıkarsın ki? İşten çıktı eve köye girmez oldu. Artık hangi pavyonda hangi kahvede takılıyorsa… Kaç gündür geceleri camda bekliyorum gelen giden yok.
Benim oğlan da baya sinirlenmişti.
-Baba izin ver bulayım döveyim adamı. Arkadaşlarla gider buluruz. Bir güzel döveyim aklı başına gelsin.
Oğlumun böyle, babasının parasını düşünmesi beni mutlu etti tabii.
-Oğlum adamı dövsek ne işe yarayacak. Bize kira lazım, para lazım. Zaten daha fazla gelmezse polis çağırıp eşyalarını sokağa atacağım. O eve başka kiracı bulurum. Hadi sen geç yerine bak durakta yolcu var. Binen olur şimdi.
Bir anda “duracak” ışığı da yandı. Hem ön hem arka kapıyı açtım. Aynadan kontrol ediyordum. Arka kapıdan bir kişi indi. Bir anda gözüme Umran takıldı. Kulağında telefon yine bağıra bağıra konuşarak ön kapıdan iniyordu. Otobüse binecek yolcular biraz söylendiler. Hatta ilk binen, takım elbiseli, elinde çantası olan, bıyıklarını yukarı burmuş, gençten bir oğlan bayağı bir şey söyledi ama anlamadım. Umran adına ben özür diledim binen yolculardan. Bu Umran da iyi, hoş bir kız ama biraz hödük. Galiba bu yüzden evde kalmıştı. Kim evlenirdi ki böyle bir kızla. Neyse Umran çok da umurumda değildi. Kiracıyı ne yapacağım ben? Paramı nasıl alacağım? Sarhoş herif nerede sızdıysa eve de gelmiyor kaç gündür. Karısıyla çocuğuna yazık, sonunda kaçıp kurtuldular. Allahtan diğer kiracılar böyle değildi de onlar zamanında veriyorlardı kiralarını. Otobüs de bayağı para getiriyordu. Binada kalan son iki daireyi de almalıyım. Bütün bina benim olmalıydı. Yoksa rahat uyku bana haram.
Bu hayatta hep çok çalıştım. Kazandıklarımın hepsi, bileğimin hakkı. Babamdan sadece bir tane ev kaldı bana, o da şimdi oturduğumuz ev. Ha bir de otobüs var işte. Ama zamanında çok ucuza almış. Sonralarda para etti. Gerisini çalışarak aldım. Hep mantıklı davrandım. Tek çocuk yaptım. Masrafı yok derdi yok. Hem otobüste çalışıyor, paramız bizde kalıyor. Paramızı da kolluyor, çarçur etmiyor. Yenimahalle köprüsünü geçiyoruz, ayakta üç yolcu var. Yine de iyidir. Dikiz aynasından oğlana bakarak:
-La oğlum, unutturma bu akşam kar lastiklerini taktıralım. Polis görecek de ceza yazacak diye çok korkuyorum, dedim.
-Tamam baba. Hatırlatırım.
Kış mevsimini sevmiyordum. Özellikle Ocak ayını. Otobüs sürekli masraf çıkarıyor.
Oofff ulan oofff! Birisi kirayı getirmez, birisi sürekli masraf çıkartır. Bitmiyordu derdim tasam.
-Beyaz Atlı Prense İnananlar.
Dolabımın karşısında yaklaşık yarım saat vakit harcadığımı fark edince otobüsü kaçıracağımı, daha doğrusu işe geç kalacağımı anladım. Hemen kırmızı, çiçekli elbisemi aldım dolaptan. Hızlı bir şekilde giyinip hazırlandım. Kıyafet seçimimi gece yatmadan yapsam belki daha fazla uyuma ihtimalim olurdu. Ama geceden sabaha kadar fikrim değişiyordu, o yüzden onu da yapamazdım. Aynayla fazlasıyla konuştum. Artık gitme zamanı. İnşallah Talat abi vardır, otobüs dolana kadar bekliyor hiç değilse. Ahh, acaba dünkü yakışıklı adam yine otobüse biner mi? O da kesin benden etkilendi. Gencecik, dünyalar güzeli kızım. Hem işim de var. Tam evlenilecek kızım işte. Benden iyisini mi bulacak? Aha da Talat abi. Vallahi dualarım kabul oldu. Otobüse yetiştim. İnşallah diğer duam da kabul olur. Şu naneli sakızı çiğneyeyim de ağzım falan kokmasın sonra.
-Günaydın Talat abi kolay gelsin, dedim. O da bana gülerek:
-Günaydın kızım. Sana da iyi yolculuklar. Bak kaç kişiyi senin için beklettim.
Sanki bilmiyorum seni, cimri herif. Tüm mahalle biliyor ne kadar paragöz olduğunu.
-Gencay, şuradan bir tam alsana ablacığım. Bu çocuğa da abla demek zorundayım çünkü bazen sapık sapık baktığını hissediyorum.
-Tamam Ümran abla. Al paranın üstü, dedi.
-Ümran değil ablacım. Umran. U ile yazılıyor. Sabah sabah sinir etme insanı.
Gülerek:
-Tamam be Umran abla. Hemen de kızıyorsun, dedi. Bu sapık genç ile daha fazla muhatap olmadan kalan boş koltuğa oturdum.
Yine kadın yanıydı. Ne olurdu sanki bir erkek yanına otursaydım. Filmlerdeki gibi hayatımın aşkıyla burada karşılaşsaydım. Herkes uyukluyor. İnsanlar neden bu kadar uykusuz yaşıyor? Erken yat uykunu al işte. Neyse ki dünkü durağa yaklaşıyoruz. Acaba binecek mi? Meraktan çatlayacağım. Hızlansana Talat abi, yavaş yavaş gidiyorsun. Aha orada, vallahi durakta bekliyor. İşte el kaldırdı. Bindi. Bugün dualarımın kabul günü galiba. “Hohhh” Güzel, ağzım kokmuyordu. Ayakta duruyor, Gencay'ın yanında ama bana biraz uzak kaldı. Dur, telefonla konuşuyormuş gibi yapayım belki dönüp bakar.
-Aloo. Günaydın kız Aysel. N’aber canım, nasılsın? Ben de iyiyim kız n’olsun. Dün gece mesaj atmışsın da kitap okuyordum sonra film izleyim dedim öyle uyuyakalmışım. Dönemedim sana da kusura bakma. Ee n’aptın yeni bir iş buldun mu? Vallahi bizim orada da elemana ihtiyaç yok ki. Yoksa aldırırdım biliyorsun. İşten çıkınca buluşalım mı? Optimum’da sıtarbaksda kapüçüno içeriz.
Evet, dikkatini çekmiştim ama bununla da kalmayıp galiba tüm otobüsün dikkatini çekmiştim. Gencay kaş göz işareti yapıp susturmaya çalışıyordu beni.
-Neyse, Aysel tamam tatlım. Akşam iş çıkışında haberleşiriz. Hadi çok öpüyorum. Bay bay.
Telefonu kapatırken dikkatimi çekti, sessize almamıştım. Ya konuşurken çalsaydı? Ya numara yaptığımı anlasaydı? Çok utanırdım. Allahtan öyle bir şey olmadı. Artık dikkatini çektiğime göre kesin birkaç güne kalmaz gelir konuşur benimle. O da etkilendi benden inanıyorum. Beyaz atlı prensim benim. İneceğim durağa az kaldı. Aile Yaşam Merkezi’nin orada inip hızlıca yürüsem yetişirdim işe. Tam düğmeye bastım patron aradı. Bir yandan konuşurken hemen indim otobüsten. İnenlere de saygı göstermiyorlardı. Hem inmemizi beklemeyip hem de söyleniyorlardı. Koşa koşa dükkâna gittim.
Hemen ortalığı süpürdüm. Malzemeleri, tarakları, fırçaları, fön makinelerini falan ayarladım. Sonra mutfağa gidip çay demledim. Çırak bugün izinliydi o yüzden bu işler bana kaldı. Randevu defterime baktım, en erken randevu saat 10.00’daydı. Çapraz binada oturan, kocasını terk edip annesinin evine giden Mualla ablaydı. “Fön + makyaj” yazmışım. Hayırdır acaba? Niye hazırlanıyor ki bu? Aylar olmuştu gideli. Acaba yeni birisini mi buldu? Kadın ikinciyi buldu, ben hâlâ birinciyi bekliyorum. Neyse gelince öğrenirim elbet. Patron da kahvaltılık bir şeyler almış, çay olsun da güzel bir kahvaltı yapalım. O sırada ben bir sigara içeyim. Kahvaltıya kadar dayanamayacağım.
Patronla karşılıklı güzelce kahvaltı yaptık. İki lafın belini kırdık, hazır müşteri yokken. Karnım da tıka basa doydu. Allah razı olsun patrondan. Bu kahvaltı herhalde beni akşama kadar idare eder. Birazdan da Mualla abla gelir. Biraz dedikodu yaptık mı değme keyfime. Sofrayı toplarken Mualla abla geldi.
-Abla sen geç otur, ben şimdi geliyorum, dedim. Nasıl bir şey yapacağız abla?
Mualla ablanın yüzü gülüyordu.
-Yavrucuğum, saçları her zamanki gibi yap. Çok bir şey istemiyorum. Ama makyajımı güzel yap. Özen göster. Bir randevum var. Doğal ama farklı bir makyaj olsun istiyorum.
Ben daha sormadan Mualla abla anlatmaya başladı. Ağzım açık dinliyordum.
-Anladın değil mi şekerim? Öyle parasız pulsuz olmaz. Ben bu hayata dert çekmeye gelmedim. Hayatımı yaşamam lazım. Lüks içinde yaşamam lazım. Parasız adamı n’apayım ben. N’olmuş sanki gider mahkemeye ayrılırım. Bak buldum yenisini. Hem baya zengin bu sefer. Elime erkek eli değmeyeli bir yıl olacak yavrum. Benimki de can sonuçta.
Meğerse bizim Mualla abla ne paragözmüş. Demek böyle olmak gerekiyor. Erkekleri ayartmak için böyle yapmak lazımmış.
Ahh ulan ahh! Ben daha bir tanesini bulamazken kadın ikinciyle buluşmaya gidiyor. Onu da boşar üçüncüyü bulur, ben burada çürür giderim.
-Bir İdeal Uğruna Yaşayanlar.
Bugün benim için çok önemli bir gün olacak. Arkadaşımla hazırladığımız projeyi teslim edeceğiz. Eğer hoca bu projeyi kabul ederse bu sene okulu bitirebilirim. Okul biter bitmez Avrupa tatiline çıkacağım ve sonra hayalini kurduğum o şirkete iş başvurusunda bulunacağım. Gün gelecek o şirketin en üst kademesine çıkacağım. Bunu başaracağıma inanıyorum. Annem güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Heyecandan fazla yiyemesem de kahvaltımı bitirip hazırlandıktan sonra evden çıktım. Projenin prototipini arkadaşım getireceği için taksiye binmeme gerek yoktu. Caddeye kadar yürüdüm, otobüse binecektim. Bizim okulun oraya giden birçok otobüs hattı bu duraktan geçiyordu. O yüzden fazla beklemeyeceğime inanıyordum. Tam da söylediğim gibi oldu, 520 otobüsü geldi. Tam bineceğim sırada bir kadın telefonda bağıra çağıra konuşarak ön kapıdan indi. Hiç özür dilemek falan da yok. Görgüsüz kadın. O an aklıma Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken kitabından bir söz geldi. Bu söz için en doğru insandı bu kadın. Biraz sesli söylemiştim galiba sözü:
-Her şeye rağmen seninle karşı karşıya gelip konuşmak isterdim açıkça, mertçe ve Türkçe, diye. Çünkü otobüs şoförü kendisine söylüyormuşum gibi anlamamış ifadeyle bana bakıyordu.
-Şuradan bir öğrenci. Paso mu? Evet var. İşte. Yalan mı söyleyeceğiz bir de Allah Allah… Otobüste boş koltuk vardı çok şükür. Oturunca çantamı açtım ve projeyi tekrar inceledim. Sunum için hazırladığım kağıdı tekrar okudum. Sonra Ipad’imi çıkarttım. Kulaklığımı kulaklarıma taktıktan sonra kafamı cama yaslayıp bir yandan şarkı dinlerken bir yandan hayal kurmaya başladım.
Hocalar bu projeyi kabul eder. Daha sonra proje hayata geçer. Arkadaşımla ikimizin ismini birçok firma duyar. Özellikle TALM Firması duymalı. Sonra okul bitince tam bir ay Avrupa tatiline çıkarım. Hayatımı yaşarım. Telefonumu kapatıp bir ay kimseyle irtibata geçmem. Hem bir yandan yabancı dilimi geliştiririm. Kolejde öğrendiğim yabancı dille işe almazlar zaten beni. Tatilden gelir gelmez hemen iş başvurusuna giderim. Askerlik sorununu bedelli hallederim herhalde. Babam ilgilenir o işlerle. Babamın yüksek mertebelerde çok tanıdığı var. Bence bu işi de çok çabuk çözer. Herkes askere gidecek değil ya. Benim hayallerim var, ideallerim var. Altı ayımı orada heba edemem. Sonra eğitimlere, konferanslara giderek, birkaç projede bulunarak şirketteki pozisyonumu yükseltirim. Bu şirket benim en büyük hayalim. Baktım hiç olmuyor, babamın yüksek mertebedeki tanıdıklarını araya sokarak girerim artık.
Ben hayallere dalmışken okula yaklaşmışız. Birazdan ineceğim. Düğmeye bastım. Otobüsten indiğimde üşüdüğümü hissettim. Buralarda kar daha fazlaydı. Hatta hiç erimemiş de diyebiliriz. Elimde tuttuğum paltomu takım elbisemin ceketinin üstünden giydim. Kulağımda kulaklık takılı halde üst geçide doğru yürümeye başladım. Projeyi teslim etmeme çok fazla zaman yoktu. Arkadaşım gelmişti, beni bekliyordu. Karın üstünde zor yürüyordum, o yüzden hızlı gidemiyordum okula. Ellerim cebimde yürürken bir anda yere birisinin düştüğünü gördüm. Olduğum yerde donakaldım. Hareket edemiyordum, bu ne soğuktandı ne de isteyerek yaptığım bir şeydi. Kımıldayamıyordum. Sonra yavaş yavaş yerde yatan kişinin yanına doğru gittim. Kafasından karın üstüne kanı yayılıyordu. Düştüğü yer bir anda kıpkırmızı oldu. Yanına iyice sokuldum. Elimi boynuna tuttum. Nabzı atıyordu. Hemen polisi ve ambulansı arayıp durumu bildirdim. Etrafıma baktım, pek kimse yoktu. Sonra saatime baktım, hiç vaktim yoktu. Projeyi teslim etme zamanım gelmişti. Kendi kendime:
-Polisi aradım, ambulansı aradım. Benim de projemi teslim etmem gerekiyor. Hem üstü başı pasaklı zaten. Kim bilir nerede dileniyordu. Ambulans gelir kurtulur işte. Benim de kurtulmam lazım. O yüzden projeyi teslim etmeliyim, diyerek kulaklığımı yeniden takıp hızlı bir şekilde üst geçitten karşıya geçip arkadaşımın yanına gittim. Arkadaşımla beraber hocanın kapısında bekliyorduk.
-Oğlum, hoca bizim projeyi beğenmeli. Bunu kabul etmeli, dedim.
-Herkesin dilindeyiz zaten. Çetin, bu projeyi alamazsak ben yaşayamam, diye karşılık verdi Derman.
-Diğer çocukların projelerini gördün mü? Bence var ya hepsi bok gibidir. Oğlum kimse bizim kadar uğraşmaz. Kesin baştan savma yaptı onlar.
Derman biraz şüpheliydi.
-Ramazan’la Onur’un ödevini de çok övüyorlar ama. O piçler uğraşmış olabilir. Raşitler zaten bir bok beceremez. Onlardan korkmuyorum, dedi. Yok yok. Ne olursa olsun bizim projemiz onaylanmalı. Gerisi sikimde değil.
Çok bunalmıştım. Koridorda volta atıyordum. Kendi kendime:
-Hadi lan. Bitsin şu iş. Bıktım usandım vallahi. Daha fazla bekleyemeyeceğim. Hoca kabul etse de kurtulsak şu dertten.
-Her Koşulda Ezilenler.
İşten çıkarılalı bir yıl olmak üzereydi. Bir değil onlarca sene de geçse hâlâ yediremiyordum. “Ekrem Bey, ekonomik kriz. Enflasyon durumları. Dolar. Euro. Gelir - gider dengesi. TALM Firması olarak biz de çok üzgünüz. Böyle olmasını istemezdik. Ama yapmak zorundayız. Kusura bakmayın.” Şeklinde zırvalıklarla işten kovulmamı yediremiyordum. Aile hayatım bitti. HAYATIM BİTTİ. Çok sevdiğim karım meğerse hiç bilmediğim bir kadınmış. Paragöz bir orospuymuş. En zor günlerimde arkasına bile bakmadan daha üç aylık yavrumu aldı anasına gitti.
-Ben böyle fakirlik çekemem. Ben sıkıntı çekmek için evlenmedim. Beni rahat ettirmeyeceksen gidiyorum, dedi kahpe. SİKTİR GİT! Hiçbir şeyi umursayacak gücüm kalmadı ama çocuğumun acısı hâlâ içimde. Eğer sinirlenip önce fabrika sahipleriyle sonra da sendika yetkilileriyle kavga etmeseydim, ana bacı küfür etmeseydim daha sonrasında iş bulabilirdim. Aylarca aradım durdum. Sokakları tek tek gezdim, ayaklarım su topladı, çalmadık kapı bırakmadım ama hiçbir firma almıyor beni. 20 kilo verdim. Bir deri bir kemik kaldım. Dilenmeye yüzüm yok, yapamıyorum. Bir de bunu yaşarken karım terk etmeseydi belki toparlardım. Belki her sabah kalkınca yavrumun yüzünü görseydim, gece kalkıp yanına gitseydim bir çözüm bulmak için çabalardım. Artık bu sistem altında ezilmek istemiyorum. O fabrikaya girsem birkaç yıl sonra aynısını diyecekler. Oradan çıkıp başka fabrikaya gitsem yine aynısı olacak. Yine aynı, yine aynı… Kimsenin sikinde değiliz zaten. Artık tutunacak bir dalım, bir amacım yok. Ölmeyi bekliyorum.
Evime gidemiyorum. Ev sahibi denen, paranın köpeği olmuş adam da halden anlamıyor. Kapıya geldiği bir gün dayanamadım:
-Ulan koskoca bina senin. Altında otobüsün var. Para içinde yüzüyorsun. Halimi görüyorsun, açlıktan nefesim kokuyor. Komşuların getirdiği yemeklerle duruyorum. İnsaflı davransan ne olur, dedim. Yok. Gözü paradan başka bir şey görmüyor. Biliyorum eve gitsem hemen kapıya dayanacak. Ne bok yiyorsa yesin. Götüne soksun evini. Şurada ölmeme ne kaldı zaten.
Sokaklarda yürüyerek rahatlıyorum ancak. Hiçbir kapalı alana giremiyorum. Sanki beni odaya kilitleyip kaçacaklar, beni orada bırakacaklar gibi hissediyorum. Sokaklarda yatıyorum. Ağaç diplerine işiyorum. Simitçiler satılmayan bayat simitleri veriyorlar, onlarla karnımı doyuruyorum. Allah da onlardan razı olsun. Karımdan vefalı çıktılar. Her gün kendime soruyorum “Bu ekonomik kriz nerede? Niye kimse etkilenmiyor bundan? Niye yollarda arabalar vızır vızır gidiyor? İnsanların elindeki bu son model telefonlar ne? İnsanlar böyle zenginse biz ezilenler ne oluyoruz?” Allahtan reklam afişleri falan var da teknolojiyi takip edebiliyorum.
Önceleri “Ankara’ya kış çok yakışıyor” derdim. Oysa sokakta yaşamaya başlayınca kış mevsiminin ne boktan olduğunu anladım. Kemiklerimin uyuştuğu günleri biliyorum. Yine bir Ocak ayı, yine her yer karlar altında, insanlar romantik bulup mutlu oluyorlar ama bizi yine düşünen yok. Yolda yürüyorum ayaklarım sırılsıklam oldu. İnsanlara bakıyorum, bazıları çok mutlu. Gülücükler saçıyorlar. Durdurup sormak istiyorum “Ekonomik kriz varmış, size gelmedi mi? Nedir bu neşeniz?” diye. Bazı insanlarsa tam tersi somurtmaktan başka bir şey yapmıyor. Onlara da sormak istiyorum “Derdin nedir acaba? Son model arabandan indin, sırtında kabanın, derdin ne ola ki?” diye. Dayanamıyorum artık. Gücüm yetmiyor. Tek başıma bu kahpe düzenle savaşamıyorum. Ölümümü hissediyorum. Yolda yürürken bir üst geçit gördüm. Kocaman pankart asmışlar: “Artık daha kaliteli yaşam. 19 yıl önce bulamadığımız huzuru verdik sizlere.” Yazıyı zar zor okuyorum. Beynimden aşağı kaynar sular dökülüyor. Aslında biraz da olsa ısınıyorum. Ulan diyorum, o güzel günleri ben göremedim kim görüyorsa gözünü sikeyim. Yavaş yavaş çıkıyorum üst geçide. Tam pankartın sonuna geliyorum. Kafamı kaldırıyorum, kaldırımdan yürüyerek bir genç geliyor. Takım elbisesi, kabanı her şeyi yeni. Kulağında kulaklık, biraz düşünceliydi. İşte diyorum geleceğin yöneticisi. Gelecekte işten çıkartacağı insanların gerçek hayatıyla birazdan karşılaşacak ama hâlâ habersiz. Ve bir bacağımı demirin üstünden atıyorum. Sonra yüz üstü bırakıyorum kendimi, herkesin romantik bulduğu beyazlığa.