Selam Serap, bu sefer bir seslenişten çok oltanın ucundaki balık gibi hayatta kalmaya çalışmamı okuyacaksın. Romantik şekilde sana ulaşmaya çalışmayacağım, karışık aklımı yazıya dökmek istedim, benim koyduğum adını zikretmek hoşuma gidiyor diye de sana doğru yazmaya karar verdim. Lüzumsuz samimiyetimin kusuruna bakma ama beni en iyi sen anlarmışsın gibi geliyor.

Gencecik yaşımda deli gibi titriyor ellerim, bıktım! Uykusuzluktan mıdır, kafeinin bokunu çıkarmamdan mı, bilmiyorum. İçim dışım dünya derdi oldu, kendime mi üzüleyim benden beter olanlara mı, onu da bilmiyorum. Boğulacak gibi oluyorum, hani sarhoş musun diye çizgide yürütürler ya insanı, işte o çizginin bir sağına bir soluna basıyormuşum gibi hissediyorum ama ortada bir çizgi bile yok. Bir çizgim bile yok Serap, anlıyor musun? Bu hissizlik çok yoruyor beni, seninle ilgili heyecanım bile ayakta tutamıyor beni artık. 

1984’teki kısa ama şehvetli aşktan bahseden dizeleri düşünüyorum epeydir.

‘’Güzelim kestane ağacının altında sen beni sattın ben seni’’

Acaba bunca arzuya rağmen ben de seni satar mıydım? Özgür olacağıma dair umudum senden daha ağır gelirdi bana sanırım, özür dilerim Serap. Beni bilmediğin gibi bunu da bilmiyorsun tabii ama boşver bilme zaten, ne de olsa 

‘Cahillik güçtür.’ Serap.

Bunca derdin arasında yine sana kaydı aklım, seninle olma fikrim distopik bir evreni getirdi aklıma, aman yanlış anlama. En başında senden bahsetmeyeceğim demiştim ama bu anlattıklarıma başım kucağında dinlenirken üzülmeyi tercih ederdim herhalde. 

Aklını karıştırdıysam bozuk cümlelerimle özür dilerim Serap, biraz kendime gelirsem adını bağırarak uzun bir patikanın ucuna doğru, sana doğru seslenmeye devam edeceğim. En azından bir kibrit yak da aydınlansın yolum Serap, karanlıkta kaldım. Bu sefer bana ışık tutar mısın?