Resim: Sandro Botticelli - Venüs'ün Doğuşu (1482–1486)



Kokun bir ceza gibi, nefesimi kesiyor. Boğulacak gibi bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyorum. Yaşlı ruhumu boğazlayıp içindeki çocuğa can veriyor fakat koşturup oynamasına izin vermiyorsun. Saçlarının uzandığı kıyılarına arşın arşın kulaç atan kollarım, hareketsiz. Fersah fersah dolanan kulaklarım sağır. Karanlığın ortasında yorulmuş, güneşi bekleyen o gökkuşağındaki renklerle özendiriyorsun yıldızları. Tek renge aitken tüm sonsuz, gökyüzünü kıskandırıyorsun. Hiçbir ses senin ismini yankılamak için dört bir yana dağılan sesler kadar davetkar değil ya da karanlığa düşmüş güneşin parlak bir kolu kadar kör edici... Yaprağın rüzgara karşı durmak için saçlarına imrendiği gibi...


Bir nefeste tüm kokun boğazımdan geçip, hiç almadığım ve tatmadığım bir duyguyla sıcak ciğerlerimi doldurup, tüm vücudumu olduğu gibi titretiyor. Soğuk bir rüzgarın hiçbir zaman yapamadığı bir gizemle. Nasıl? Nasıl bu kadar güzel olabiliyorsun? Koca evrende söylenmiş en iyi yalandan bile daha kusursuz... Suyun derinliklerinde çırpınan bir avuç hava boşluğu... Kim bilir, saçların boyunca uzanan ince beline uzakta olsa boğum boğum ya da göz göz... Sonra derinlerde çırpınıp dünyanın tüm kumsallarında, sahil boyunca dolanıp ciğerlerim çatlayıncaya kadar seni beklemek... Gökyüzünden bir kere düştün belki de, en derinlerden yukarıya yükseldin. Bir kere daha yapman imkansız biliyorum. Kimsenin deneyemeyeceği kadar cesur bir güzellik! Adınla bir kerede nüksedip, bir daha hiç açılmayacak olan kulaklar, diğer tüm seslere sağır olurlar. O güzelliğe doymadan uyuyamayanlar her gün, her dakika, her an seni görmeye aç. Her yüzyılda bir Orion yıldızları da gökyüzünü yırtarak, yanına gelmesini bekler. Bazen o kadar beklenir ki gözler inci taneleri dökmeye başlar. Gökyüzündeki yırtığından yansıyan renklerinde on bir pare yaş inci... Hepsi boynuna dolanmak için bekler.


Uykunun sürekli girip çıktığı şişen göz çuvallarımdan, yanaklarımın üzerinden siyah avuçlarıma dökülüp aydınlatır yönümü ve tüm gökyüzünü. Karanlık bir sonsuzluğu bozar gibi gelişin. Dökülürken yıldızlardan ışıkların, tüm gökyüzünün büyüsüyle oynar ve ardındaki parıltılı duman incelerek iki yanından yok olmaya uzanan yırtıklar, tüm gökyüzüne yayılıyorlar. Ne kadar çok inmesi bekleniyorsa o kadar yok ediyor güzelliğini yıldızların, ayın; hatta dünyanın... Görünen tüm maviliği, siyaha boyadıktan sonra izlenemez. Geleceği yok edecek güzelliğin kalmayınca, yaşamanın bir önemi de kalmıyor. Çünkü o kadar bağımsız ki yıldızlar ve yıldızlarla parlayan dolu gözler, bu kadar özgür ve güzelini görmedi ya da hiçbir dil hareket edemedi. Nasıl? Nasıl bu kadar güzel olabiliyorsun?