bugün hâfir-i kabr oldum kendime

siyah peçelere ilişmiş kadife çiçekleri

aynalara düşmanca sokulan dudak kıvrımlarım

toprakların ve denizlerin kıskanç ülkelerinde

yalnız, sesimi işiten arşiyân

ayaklarımın altında tüm desenleriyle

fokur fokur kaynayan istanbul...


azgın sessizliğinde mermer gölgelerinin

düşüm ses bana

oydukça içimi.. içimi...

durmadan kekeleyen

su rengi mermerlerden vurarak gölgelere

tekrarı değişken yankılarla dolu

düşüm ses bana


bir kıvılcım ışığını bile şahit ettirdiğim

garip çiğnenişler

gözlerimin bin yıllık yasını mumlara tutan

bana yaşamdan kalan

soluk güller üstünde, tozlu bir mazi kokusuyla tüten ihtiras


kendimi nereye savursam

bir çatlak bulup içime sızan ayetin son durağı

söylemek istemediğim her şeyin

söylediklerime dönüştüğü an

çıkacak olmanın heyecanının

düşecek olmanın korkusuyla

nefeslerinin karıştığı o durak

o feci durak...


bir adımla geç kalışı, büyük aşkların cimriliğine sözcüklerin

evime döner gibi

kabrime dönen gözlerimin

çilesiyle yükseldim gördüklerinin

yükseldim, yükseldim, yükseldim

nihayetinde her yükseliş gibi

çakılışla tanıştı gövdem

camlar ardında afilûn gibi

kayıtsız kaldı tüm ömrüm


beklediğim yerde inatla

affettikçe zorlaştığı affetmenin

dik bir kin işte içimde türeyen

dik bir özleyiş, affı yerin dibine gömen

sessiz sessiz beklediğim yerde

gövdemi içine çeken

durmadan içine içine çeken...


kinini taze fidanlara karıştıran

diriyim diyemeyen,

mermerlere harf oyan


yumup gözlerini

mermerlerin harf oyuğunda

parmaklarını gezdiren

aşkının üstüne ölüm ayetleri nakışlamaktan

elleri yara bere içinde

her nakışta

ellerinin tövbesi

ellerinin kiri

ellerinin âvâz ü niyazı


durmayan, bitmeyen...