Hapishanelere ya da hücrelere gerek yok artık. Kendimi sıkışmış hissediyorum her şeye rağmen. İnsanlar yaşam alanlarını genişlettikçe benim alanlarım daralıyor, insanlar göğe ulaşmaya çalıştıkça ben yere gömülüyormuşum gibi hissediyorum. Bu his öyle kuvvetli ki, beni gerçekten gömdüklerinde yabancılık çekmeyeceğimden korkuyorum.
Çapa olarak atılsa, hiçbir gemiyi yerinden oynattırmayacak bu güçlü duygu, kötümserlik olarak okunabilir. Ben, bilmiyorum. Kendime kötümser demek istemiyorum. Genel olarak iyimser gözlüklerle dolandığım ve yaşadığım söylenebilir ama gözlüğün arkasındaki gözler… Hiç muayeneye gitmedim. Bu gözlüğü de başka bir yerden buldum ve kullanmayı öğrendim.
Her gün bir loto oynanıyor ve çıkan sonuçlara göre bir ruh haline sahip oluyorum. Sonucun aksine bir ruh hali gütmek istesem, ektiğim duygu tohumunun daha fidan verdiği ilk saniyede sosyal medyalardan gelen zehir gibi haberler balta vuruyor hemen. Şans oyunlarını çok da sevmem, kumarın uzaktan kuzeni olduğundan yanaşmak istemem. Ancak her gün hayatla kumar oynamak, beni bir çeşit bağımlısı yaptı sanırım. Her dışarı çıktığımda günün ikinci oyunu oynanıyor, rulet. Gerek parayla oynanan kumarhane versiyonu gerekse de Rus versiyonu. Paraya ya da çeliğe daha yatkın olanlara göre değişir bu ama sonuç fark etmez, ikisinde de şıklar aynı.
Hapishanede yaşamıyorum ama evimin önünde demirler var. Yemeğimi bana yemekhane vermiyor, ancak verilen paranın yettiği kadarını alabiliyor ve yemek tercihimde seçim yapamıyorum. Seçim için ikinci bir şıkkın olması gerekir; iki şıkkın birbirinden iyi olması gerekir. İkinci bir şık bulamamak ya da ‘bu kötünün iyisidir’ diyerek yapılan seçim; bir tercih olamaz, olmamalı ama olmakta.
Belki de hapishanede yaşamalıyım. Benden daha imkanlı insanların yaşadıklarını görebileceğim hiçbir pencere yok orada. Yalnızca hayal gücüm var, o da birçok pencereye bedel aslında ancak kendi rızamla baka baka beni kendi rızasıyla esir altına alan taşınabilir pencereler yok orada.
Evime en yakın yeşilliğe, egzozundan yeşili katleden dumanlar çıkartan otobüslerle gitmem gerektiği için evime bir orman yapmak istedim, kitaplardan. Bir kitap aldım, ikinci bir kitap aldım, üçüncüsü için yemek paramı verdim. Dördüncüsü için kahve paramı verecektim, kahve içmeden uyanık kalamam, kitap da okuyamam dolasıyla… Kahve paramı vermedim. Kitaba tercih ettiğim kahveden de pek medet umduğum yok. İçtiğim şey toprak da olsa toprakta yetişen kahve bitkisinin öğütülmüş çekirdeği de olsa ondan tek beklentim; beynimin kendini uyanık tutması için üretmesi gereken sinyallerden bir kez daha üretmesi, beş saniye daha uyanık olmak.
Rüya görmek istemiyorum. Rüyalarda da imkanlarım kısıtlı. Sonsuz olanakları kendimi sıkıştırmak için kullanıyorum. Rüyada iken sorun değil bu, uyandıktan sonra her şeyin rüya olduğunu çok geç anlayabilmen ve anladıktan sonra gerçekle düş arasındaki çizgiyi kaybettiğin için kendine söylediklerin birer sorun.
Bunları anlatabileceğim canlı kimseyi görmüyorum. Herkes ‘şükret’ diyerek cümleme nokta koymaya çalışıyor. Şükret kelimesinin hangi dilde ‘sus’ demek olduğunu merak ediyorum, muhtemelen hiçbirinde. İki metrelik bataklıkta debelenen birine ‘Yandaki bataklıkta dört metre derinlikte hayatta kalmaya çalışıyorlar, haline şükret’ diyebilecek ve de dört metrelik bataklıkta boğulan kişiye “İnsanlar senin sayende kendi durumlarına şükrediyor,” diyebilecek olan insan; rahatlıkla bana şükret diyebilir, diğerlerini umursamam.
Günlük yazıyorum ama günlük olarak değil. Günlüğüm onu aldattığımı düşünüyor olmalı. Ki buraya yazarak belki de aldatıyor sayılırım. Ancak önceki yazdıklarımdan o da hak verecektir. Günlük olarak yazılamaz artık günlük. Bir gün içerisinde inanılmaz şeyler olduğunu duyuyoruz, her gün yeni yeni verilerin doğduğunu öğreniyoruz ancak yirmi dört saat içerisinde rutin efendi dışında kimse dolaşmıyor duvar saatimin içinde. Arada bir yeni yüzler geçiyor rutin efendinin yerine, sayılı durakları efendinin yerine geçiyor. Ancak rutin efendiyi hangi yüzler kenara itiyor olursa olsun, hepsini salı pazarcılarından daha az görüyorum.
Biri her salı orada, aynı tezgahta.
Diğeri de her gün evimde, aynı duvarımda. Asılı kalmaktan çivisi onu boğmuş.
Her tik tak ettiğinde dikkat demek istemiş, anladığımda vakit çok geçti.