Düşündüm de hayatta hiçbir zaman kendi olmaktan vazgeçmemiş, ruhu kendi kendine kalmayı yalnızlık sanmayacak kadar büyümüşler neredeler?

Üstelik istediğini almakta özgürken ancak bir başkasına zarar vermiyorsa, alanlardan da haber yok.

Zaten özgürlüğün istediğini yapmak değil, istemediğini yapmamak oluğunu bileni ne kadar tutabilirsiniz, kendi sokağında kahkahanızı bile duyurtturmayan dünyada?

Peki istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalanlar, artık niye çaya gelmiyorlar?

Her biriniz ile sırayla sustuk yan yana ama yine de mecbur kalındığında neler yapabileceğini bilmekten büyük erdem mi var?

Biliyorum hepimiz, çok hevesli olmamakla beraber benliğinin tüm sınırlarını bilmenin insanı ne hale getirdiğini gördük, belli ki bundan biraz korktuk.

Anlatırsak korkumuz azalır, bir şeyden ne kadar çok bahsedersen o kadar etkisi azalır, en iyi biz biliriz değil mi?

Çoğu insan, bir dağın koynunu yer edinip yüreğinin dayanamadığı bir şey yapılmadığında o dağdan çıkmak istemeyen kaplanı bilmiyor, insanı saatlerce yürüten dertlerin yansımasının bu olduğunuda.

Sizlerle, çok emin olmamakla birlikte bir şey daha fark ettik ki, izi kalan yaranın, hesabını sormanın kimseye faydası yokmuş.

Avazın çıktığı kadar bağırarak anlatsan derdini anlamayacak olana, sessizlikle ceza verdiğini sanmakmış bu.

Bütün bunları tattıktan sonra bakışlarına maruz kalmak istemeyeceğimiz insanlara dönüştük zamanla.

Her kalbi güzelin başına gelir bunlar,

nihayetinde dünya üzerinde o kaplana dönüşmekten korkan kim varsa, dağın yolunu ezberletiyorlar, nefretle, kinle, acıyla.

Güzel düşünmenin, vicdan sahibi olmanın bedeli bu.

Kendiyle başı dertte olanın, bulacak çaresi yok bu hayatta, kendi gibi olanı bulup sevmekten başka.

Eh haliyle umut burada, bileklerini okşuyor.

Zira ihtimal o sıralar bir hardal tanesi formunda, ne kendinden olanı bulmak ne onu sevebilmek doyasıya..

Hardal tanesi kadar ihtimalle umudu ikna etme çabasına hayran olduklarım, neredesiniz?