Geçmişin acıları ve geleceğin ümit dolu hayalleri yüzünden var olduğu zaman diliminin keyfini çıkaramayan insan, artmak ve eksilmekle anlam kazanan bir varlıktır. Artmak ve eksilmek, bedensel olarak sınırlandırılamayacak kadar geniş bir anlama sahiptir. Var olduğu günden beri dünyada hareket eden, öldükten sonra da dünya ötesi alem içinde hareket edeceğine inanan insan, sürekli olarak hareket etmek zorundadır. Yerinde saymamak, ilerlemek veya gerilemek gibi her türlü eylem hareket etmek olarak değerlendirilebilir. Hareket etmek, insanı insan yapan ve insanlığa anlamsal açıdan fayda sağlayan bir husustur. İnsanın sürekli olarak hareket etmesi, başkaları tarafından doğru veya yanlış olarak nitelendirilebilir ancak şu husus unutulmamalıdır ki hareketsiz kalmak, insanoğlunun kendine yapacağı en büyük ihanettir.

Bedensel açıdan hareket etmemek, insanı hantallığa mahkûm bırakabilir. Hantallık ne ileri ne de geriye doğru gitmenin mümkün olduğu bir hapishane hücresi olarak da tanımlanabilir. Bu hücrenin duvarları, vasat olmanın verdiği aynılık rengiyle boyanmıştır. Bu hapishanede verilen yemekler, içirilen sular ve yatak örtüleri gibi şeyler de aynılık rengiyle boyanmıştır. Hücrede uzun süre kalması sonucunda aynılık rengine boyanan insan, bedensel açıdan hareket etmeyi bıraktığı gibi zihinsel açıdan da hareket etmeyi bıraktığı zaman ölür. Kısacası hareket etmemek, ölüm meleğini çağırmanın en kısa yoludur…

Zihinsel açıdan hareket etmemek ise karanlıklar içinde herhangi bir şey görememe halidir. Her zaman aynı düşüncelerle var olmak, aynı şeyleri konuşmak ve yenileşen dünyada değişmemek adına kulakları tıkamak renklerin en lanetlisi olan siyahın içinde eriyip gitmekten başka bir şey değildir. Zihinsel hareketsizlik, bedensel açıdan hareketsiz kalmaktan daha kötüdür. İnsan, bedensel açıdan bir mahkûmiyet hali yaşasa da zihinsel açıdan hareket ettiği sürece insan olarak kalabilir. Beden denilen et parçası, zincirlenmiş bir şekilde dipsiz bir kuyunun içine atılsa bile zihinsel açıdan hareket etmek, özgürlüğe kavuşmak adına insana güç kazandırır. Fikirler, özgürlüğü kısıtlanamayacak bir kuştur ve onun uçmasına karşı çıkacak güce sahip hiç kimse yoktur.

Ciğerlerine oksijen girmeye başladığı andan itibaren yaşam dairesinin içine giren insanoğlu, ölene kadar yaşamak zorundadır ve bu zorunluluk, hareket olmadığı sürece sıkıcı olacak bir mahiyettedir. Yaşadığı sürece ister hareket etsin isterse hareket etmesin, insanoğlunun fark etmeden yaptığı bir hareket vardır ki o da ölüme doğru koşmasıdır. Yokluktan var olarak hayat bulması ve ölüme doğru ilerlemesi aslında insanoğlunun hareket ile anlam kazandığını göstermektedir. Hiçbir şey yokken insanın var olması aslında bir hareket etme halinin sonucudur. Hareket fark edilse de edilmese de insanın kaçamayacağı bir eylemdir. Hiç kimse ne ölüme doğru ilerlemeyi durdurabilir ne de hayat bulmamak için çabalayabilir. Var olmak, yaşamak ve ölmek bu üç eylem de hareket etmenin, insanın aslında sabit bir şekilde duran bir varlık olmadığının en büyük göstergesidir.

Özgür irade sonucu oluşan intihar etme durumu, hareket etmemek için can vermek olarak algılansa da bu yanlış bir kanaatten öte gitmemektedir. İntihar etmek, bu eylemi gerçekleştiren kişi adına başlı başına bir harekettir zaten. İnsan, doğmasına neden olan harekete ve kendisine yaklaşan ölüme karşı koyamaz, bu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden kaçınılması imkânsız olan bir şeye, kısacası ölüme kavuşmak için yapılan intihar etme eylemi aslında harekete geçmenin en güzel örneklerinden biridir. Bu görüş herkes tarafından kabul edilmese de mantıklı bir çıkarım olarak akıllarda yer etmelidir.

İnsanın kendisini geliştirmesi, yeni şeyler öğrenmesi ve bedensel açıdan yetkinliğe ulaşması doğru bir eylem olarak nitelendirilir. Geriye doğru ilerlemek ise genellikle yanlış bir eylem olarak zikredilir. Fakat şunu unutmamak gerekir ki geçmişin karanlık sayfalarına doğru ilerleyen, geleceği önemsemeyen ve bedenini eriyen bir mum çubuğu gibi zayıflatmayı seçen insanların yanlış yaptığını söylemeye kimin hakkı vardır ki? Zihinsel açıdan gerilemekle tatmin olan bu insanlar, aslında ilerlemekle değil gerilemekle hareket etmektedir. Ölüme doğru yavaş yavaş ilerleyen bu insanları normalde hareket etmedikleri için suçlamak, aynılığın rengiyle boyandıkları için hapishanelere sevk etmemiz gerekiyor ancak özgür yaşam ve özgür seçim esasına dayanan insanlığın, geriye doğru ilerlemek ile hareket etmeyi aynı kefeye koyan insanları suçlamaya nasıl hakkı olabilir ki? Boğazına yapışmış olan fakirlikten kurtulmak için ruhunu şeytana satan, yatağına yatarak ölümü bekleyen ve geriye doğru koşarak en büyük hareketi yaptığını söyleyen insanları -bu insanların yaptıkları şeyler hareket etmeye bir hakaret olarak görülse de- hareket eden insanlar olarak görmemiz ve dolayısıyla da hareket etmenin sadece ileriye doğru koşmak olmadığını anlamamız gerekmektedir.

İnsanı tamamlayan ve yaşama renk katan hareketi tam olarak anlamak için dışarıya bakmaktan öte, insanın kendi içine yönelmesi gerekmektedir. İnsanın kendi içinde bulacağı cevher, hareket etmesi için gereken motivasyonu da sağlayacaktır.


Bilal Kartal/Nisan 2020