O gün ne kadar heyecanlı olduğunu tahmin edebiliyorum. Denediğin giysilerin hiçbirini bu özel günümüze layık bulmamıştın. Belki de ayakkabılarının bir çuvala doldurup pencereden aşağı atmak istemiştin. Pahalı parfümlerini hacı kokularından ayıramaz olmuştun. Hiçbir şey kusursuz olmaya yaklaşamıyordu değil mi sevgilim? Ama sen kusursuz olmak istiyordun. Bir sorabilmeyi çok isterdin bana: nasıl gelsem yanına, gider hoşuna? O da olmazdı ki işte, bu kadar kolay olmamalıydın. 


Nihayet çiçek desenli, dizinin hafif üstü, kolsuz bir elbiseye karar kıldın. Başından geçirirken bu gül demetini, telefonuna o uğursuz bildirim geldi. Normalde bildirimlere pek kulak asmazdın ama bugün başkaydı: ya ben yazmışsam? 


Heyecanla telefona koştun ama yanılmıştın. Bilmediğin bir numaradan gelen uzun mesaj seni tedirgin etti. Başını kaldırıp şöyle bir etrafı süzdün ve açıp okumaya başladın:


"Merhaba Bahar, 


Yaralanmanın bu kadar basit olması beni hayata daha çok bağladı. Bir bıçağı hatta belki de bir makası kolunun üzerine bastırıyorsun ve birkaç santim elinin kayması her şeyin olup bitmesi için yeterli oluyor. Az önce olan bu bile değildi. Sadece biraz değmişti belki. Fakat açılan yaralar öyle söylemiyordu. (İlk paragraftan itibaren yüreğin - ah zavallı yüreğin - hızla çarpmaya başlamıştı. Fakat merakın korkundan üstündü. Devam ettin.) 


Merak etme iyiyim yaralanan ben değilim, yaralanan Taha da değildi, için rahat olsun. Önemsiz biriydi işte. Kfc'nin tavuk kovasındaki tavuklar kadar önemsiz biriydi hem de. Vücudunun nasıl çiziklerle boyandığını görsen ona acırdın ama ölüm haberini işitsen kahkahanı bile yarıda kesmezdin. Başkalarının acıları seni ilgilendirmiyor aslında. Acılara tanık olduğunda duyarlılaşma hastalığın var o kadar. Hayır hayır, kınamıyorum seni. Geçen yıl, kurban bayramında kesimine şahit olduğum ineği yiyememiştim ben de. Komşuların kestiklerini yemiştim. 


Yine de onun sağlık durumunu merak ettiğini hissedebiliyorum. Endişelenme, o tavuk da iyi. Çok kan kaybetmedi. En son playlistinin tüm şarkılarını dinlemesinin 4 saat sürdüğünü söylüyordu. Arabesk dinliyor galiba, sormadım.


Evet, daha çok hayata bağlandım. Yıllardır Taha'nın (evet tam tahmin ettiğin Taha bu) hayat üzerine söylediği olumlu şeyler bende en ufak bir değişime sebep olmamıştı. Oysa incecik bir bıçağın belli belirsiz, minnacık hareketlerle sebep olabildikleri beni derin düşüncelere itti. Hayır bıçak değildi derin düşüncelere iten, kesikler de değildi, derin nefesler eşliğinde atılan çığlıklar da değildi. Gözlerini görmüştüm, korkuyu görmüştüm. Birkaç santim derine inmenin nelere neden olabileceğini bilen gözlerdi bunlar. Ve boynu koparıp fırlatmanın küçük çizgiler atmak kadar kolay olduğunu da biliyorlardı. O an dünyanın en bilge gözleri olmuşlardı. Şimdi mi, şimdi arabesk eşliğinde içilen sigaranın dumanını süzen, akı kıpkırmızı kesilmiş, bomboş bakan gözler bunlar. Onları  kısa bir süre de olsa bu kadar yüceltenin ne olduğunu anlıyorsun değil mi?


Taha şu an duş alıyor. Yarın seninle buluşacak galiba, o yüzden. Nasıl da ikiyüzlü görüyor musun? Kış geldiğinde canı dışarı çıkmak istemez. Odasına hatta yatağına kapanır. İki haftadan uzun süre temizlenmediğine şahit olmuştum. Onu yaşama bağlayan şey uzaklar ve uzakların içindeki şeyler sanırım. (Bunlardan biri de sensin). Ait olduğu yer için bir çabası yok. Umudu kaybolsa bir daha yatağından bile çıkmayacak belki. Oysa burası da kocaman bir dünya, neden bunu görmüyor ki? Sohbetlerimize ve etkinliklerimize katılmıyor. Bilardo oynamayı biliyor musun? O da biliyor ve sadece bir kere oynadı. Çok eğlenmişti, gerçekten eğlenmişti. Bir kere daha gelmedi ama. Spor turnuvalarına katılmadı ve bir kez olsun biz zorlamadan kafede yanımıza oturmadı. Yalnız başına saatlerce yürüdüğü zamanlar dışında yatağına giriyor ve kimseyle konuşmuyordu. İnsan delirmez mi, böyle? O da delirdi. Onun kafayı sıyırmaya başladığını ilk defa yanında bir bıçakla uyumaya başladığında fark ettim. (Belki de hep deliydi. Anlamam için işi buraya getirmesi gerekti, bilmiyorum)


Dedim ya, hayatın kıymetini anladım. Normalde senin başına gelebilecekler çok da umrumda olmazdı. Ama şu an hissediyorum. O gözleri unutamıyorum bir türlü. Bu yüzden sana söylüyorum, yarın Taha'yla buluşma. Yalnız başına buluşma onunla. Sandığından çok farklı biri olduğunu fark ettiğinde her şey için çok geç olabilir. Banyodan çıktı."


Mesajı okumayı bitirdiğinde bulunduğun ruh halini ancak şok kelimesiyle tanımlayabilirim sanırım. Ah, o yalancı herif seni neye çevirmişti böyle? Daha üzerine tam oturtamadığın gül desenli elbisenle yatağına yığılıp kalmıştın. Biraz kendine geldiğinde bana artık görüşmek istemediğini yazdın. Onlarca mesaj attım. Masumiyetimin kanıtlarını ardı ardına sıraladım. Ama korkmuştun ve korkun aşkına baskın gelmişti.


Vazgeçmek, burada bırakmak gibi bir niyetim yoktu. Sana mesaj atan iyi niyetli arkadaşımla helalleştim. Zamanın öfkeni ve korkunu süpürdüğünü biliyordum. Doğum gününde adresine bir mektup yolladım. Mektubu açarken, mesajı okuduğun andan bile daha heyecanlıydın. Gözyaşları içinde son cümlemi okudun. Benim bir psikopat olmadığımı, yalnızca fedakar bir sanatçı olduğumu ve bu gerçeğin bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektirdiğini anlamıştın. Köşe başında gördün beni. Hala emin değildin, hala biraz korkuyordun. İlk defa baş başa görüşmemizdi bu. Birkaç ay önce gerçekleşmemiş olmasından kime ne ki, buradaydın işte! Ürkek bakışlarla yaklaştın. Gözlerim hafif dolu sana bakıyordum. Kollarımı uzattım. İşte şimdi kollarımdasın, ağlıyorsun. Korkun, kollarımın arasında, hıçkırıklarla ağır ağır sönüyor ve huzura dönüşüyor. Bana bir şans daha veriyorsun. Teşekkür ederim sevgilim. Söz, o defterlerden bir daha asla haberin olmayacak.