Yıllarca kendini bir kalıba sığdıramamış, “Neyim var?” diye düşünmüş insanların sonunda kendilerine tanı konulduğunda bir yere ait hissetmenin getirdiği mutlulukla gözlerinin parladığını görmüştüm. Evet, kendilerine tanı konulmuş olmasına ve beyaz bir odada, ömürleri boyunca ilaçlarla yaşayacaklarını bilmelerine rağmen…

Biz insanlar onları kafalarında kurdukları dünya ile bile baş başa bırakamamış, onları ötekileştirmiş ve mutsuz olmalarını sağlamıştık; hem de her zaman.


Kendimiz hiçbir zaman neyle mutlu olacağımızı bilmemiş, bize dünyalar verilse de kendimizi mutsuz etmeyi başarmıştık. Kendimizi her daim altından kalkmamız gereken durumlara sokmuş; başımıza kredileri, borçları, yalnızlığı ve bu yalnızlıkla gelen depresyonları çıkarmıştık. Bu kadar mutsuzlukla tek başımıza nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz için başkalarının mutluluğu da bize batar oldu. Kendi mutsuzluğumuzla başa çıkmadaki yetersizliğimiz, her şeydeki yetersizliğimizi yüzümüze vurdu çünkü biz öğretmiştik kendimize hiçbir zaman hiçbir şey için yeterli olamayacağımızı.


Bizden olmayan; bir türlü mutsuz olmayan, olamayan insanlara hiç anlayış göstermemiş bir de üstüne “Ne demek mutsuz değilsin!” diye bağırmış, kızmıştık. Bencildik, biz mutsuzsak herkes olmalıydı. Sinirliysek herkes öfkeden köpürmeli, stresliysek kimsenin parmaklarında yenmemiş tırnak kalmamalıydı çünkü kimse, hayır hiç kimse bizden daha iyisini hak etmez, edemezdi. En iyisi her zaman bizim olmalıydı. En iyi araba, en iyi ev, en iyi kıyafetler… “Hayır sende hiçbir zaman benimkinden iyisi olamaz çünkü ben böyleyim, senden her zaman daha iyi.”


Cümlelerimizi bitirdiğimiz noktalardan bile kibir akmalıydı, egomuzu içimize sığdıramaz dışarı taşırırdık. Kendimizle barışamaz attığımız her adımda kendimizden nefret etmemize rağmen dışarıya öyle bir oynardık ki insanlar kendimizden yakın arkadaşımız yok sanırdı. Korktuğumuzu asla itiraf etmemeliydik çünkü hep en güçlü bizdik; gerçi dünya bizim değil miydi zaten? “İstediğimiz kadar korkar, istediğimiz kadar ölürdük.”


Bunca nefret ve mutsuzluktan sonra bizim gibi olamayan o insanları da bırakmadık. Hasta dedik, “Yazık onun kafası yerinde değil.” dedik, “O senin benim gibi değil.” dedik; onları tımarhaneye tıkıp kafalarının içindeki hayal dünyasından çıkarmaya ve zorla mutsuz etmeye çalıştık. Sonunda başarılı olduk, yavaş yavaş herkesi o kalıbın içine soktuk.

Bize benzesinler diye zorla hasta ettiğimiz ve ilaçlara mahkum ettiğimiz insanların sonunda bizimle aynı kalıba girmiş olması içimizi rahatlatırken hiçbirimizin aklına bizim hasta olduğumuz gelmedi tabii.