Bir yitim çağrısıdır, toplayın bavulları, gidiyoruz.


Zaman epeyce ilerlemişti, yağmur ince bir biçimde sızıyordu gecenin yırtmacından. Kevin Lounge Hol Oteli’nin birkaç adım ilerisindeki kaldırımda bulunan bankın üzerine oturmuş ağlıyordum. Sinema çıkışında hüngür hüngür ağlamanın ne kadar anlamlı olduğunu soruyordum kendime ve aynı zamanda da sağ elimle yanağımdan süzülen yaşları siliyordum. Artık kalbi kırık bir adam olmakla birlikte sığınacak bir limanın yokluğundan da muzdariptim. Yalnızlıkla o kadar uzun süre mesai yapmıştım ki çoklu yapılan eylemlerden geçici hazlar dahi alamıyordum. Saniyeler, dakikalar, saatler bir hışımda geçiyordu ve ben zamana yetişmek yerine tüm benliğimle kafa tutmaya çalışıyordum. Bankta biraz ıslandıktan sonra gece demini çekti ve ardından yerini yeni bir sabaha bıraktı. Nefes alıp verdiğim zaman boyunca bunun böyle sürüp gitmesi ağır yaralara sebebiyet verdi hastalıklı zihnimde. Gerçekten hastalıklı bir zihin mi taşıyordum? Yoksa fazlasıyla içinde bulunduğum, yalnızlıktan örülmüş tuğlalar mı kırılmaya başlamıştı? Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Dışarıda bir orkestra varmışçasına süzülerek dans eden rüzgar beni irkilerek yatağımdan kaldırmaya yetmişti, zaten koskoca gecenin karanlık dehlizlerinde uyumak hiç de kolay değildi ve üstüne üstlük ansızın gelen ruhsal değişimleri, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeme bağlıyordum. Bir de kendi yakama iliştirdiğim mutsuzluk dönemlerim vardı, ikisi birleştiğinde öyle çabuk ve sistematik işliyordu ki elimi kolumu bağlayıp evden dışarı adım dahi attırmıyordu. Arada bir kilise, genelev veya pazar yerlerine giderdim fakat içimde ne bir ihtiyaç hissi ne de bir arzu yoktu, sadece ayaklarımın takipçisi olurdum. Yine bir diğerinin devamı olan günlerden birinde, Lupanar adındaki genelevde çalışanlarla olan sohbetten aşırı keyif almıştım ve bu tatlı sohbetin çok çabuk bitmesinden huzursuzluk duyuyordum; bu nedenle daha sık gitmeye ve onların kederli, buruk geçmişleri hakkında kendimi tatmin etmek amacıyla bilgi toplamaya karar vermiştim ve bunu yapmaktan o kadar çok keyif alıyordum ki en sonunda kendimi onlar gibi hissetmeye başlamıştım. İçlerinden biri çok farklıydı, onu diğerleriyle aynı kefeye koymak ya da o yapıdan biriymiş gibi görmek büyük haksızlık olur. Toplumun olanca baskısı yetmiyormuş gibi yaşamdan da zevk almadığı her halinden belliydi, o an yaşanırken bile sahte ve yapmacık davranıyordu. Sanki istemiyor ya da bu durumun olağan akışından memnun değilmiş gibiydi. Selené; Yunan asıllı, soylu bir aileden geliyordu. Bunun tüm çevrelerce bilindiği su götürmez bir gerçekti fakat kimse onun neden bu kadar yüksekten en dibi gördüğünü sorgulamıyordu. Herkesin tek derdi bu işi yapıyor oluşuydu ve adeta ona duyguları olmayan bir varlık muamelesi yapıyorlardı. İçimde bir yerlerde devrilmiş olan lobutları kaldırmak niyetinde olmayan taşra kasabasının o kendini beğenmiş halkı; aynı bana yaptıkları gibi özgürlüğü elinden alınmış, masum Selené’yi de hor görüp aşağılamaya başlamışlardı, nitekim bu durum oldukça canımı sıkıyordu. Onu düşünmenin korkutucu ve ıstırap dolu bir tarafı da vardı ve ben bu kadar çok moloz yığını altında kalmaktan kendimi alıkoyamıyordum.


Zamanın çarçabuk geçtiği varsayımını bir kenara bırakacak olursam dönüp durduğum yatağın içinden bir şekilde çıkmam gerekiyordu ve ben bütün bu orkestranın güzelliğini bir kenara bırakıp doğruldum, ıslak kıyafetlerimden kurtulmayı beceremesem de ayağa kalkmayı bir şekilde başarmıştım. Çırpınmak bir kenara dursun, gölün dibindeki balık gibi sırılsıklam bir şekilde nasıl bırakmıştım kendimi o yatağa, aklım almıyor. İlk bulduğum giysiyi üzerime çekiverdim, kulağım birdenbire üst kattan damlayan su sesine gitti, aldırış etmeksizin kapıyı vurdum ve iş yerine gitmek üzere dışarı çıktım. Üç katlı, babadan kalma, biraz da ahırdan bozma bir evim var. İlk ve son katını kiraya vermiştim bir zamanlar fakat aralarında husumet olabileceğini ya da önceden yaşanılmış bir anlaşmazlığı öngörmem imkan dahilimin dışındaydı. Gidip kirayı istemeye çekiniyordum, işte tam olarak da bu sebepten üst katın banyosunun bütün tesisatını değiştirecek maddiyata sahip değildim. Yerimin çok garanti olduğunu düşünmediğim fakat buna rağmen iyi kazandığım bir işim var ancak paramı somut bir biçimde elimde tutmakta zorlanıyorum. Her seferinde aklımı kurcalayan hadiselere yenik düşüp soluğu Vesely’nin meyhanesinde alıyordum ve gece yine gün olana değin domuz gibi içiyordum. Mekana sahibinden daha çok gelir gider hale gelmiştim, herkes de bunun farkındaydı ve kimse bu konu hakkında tek bir söz etmiyordu. İnsanlar ne zaman evlerine gidecek gibi olsa aralarından biri taşkınlık çıkarıp geceyi nezarette geçirmelerine neden oluyordu. Ben ise hiç oralı değildim; tek yaptığım havadar, ağaçlık alanlara yakın bir masada sessiz sessiz kendimden geçmekti. İnsanlardan sıyrılmayı istemekle hayatta alabileceğim en doğru kararı almıştım fakat bu meyhanede ne zaman yalnız başıma otursam sinema çıkışında ağladığım an kafamın içinde dönüp duruyordu. O günün üzerinden epey zaman geçmesine rağmen hala unutamamıştım, yüz yirmi kişi kapasiteli kocaman salonda ben hariç tek bir insan yoktu ve karşıda duran perdeden jenerik akıyordu. Kalakalmış olmakla birlikte orada bulunan boş sandalyelerin herhangi birinden pek farkım da yoktu açıkçası. Mıhlandığım yerden bir şekilde dışarıya attım kendimi ancak oldukça afallamıştım, çok geçmeden de acıyan gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Yalnızdım ve bu İtalyan yapımı dramatik filmin içeriği öyle derindi ki; yaşlı bir ata sahip baba ile kızın ata uyguladığı şiddeti konu alıyordu. O zalim adamın, büyük elleriyle atın bedeninden çok ruhuna vurduğu kırbaç sanki benim de ruhuma vuruluyordu. Sinemada geçirdiğim süre boyunca filmden pek bir şey anlamamıştım zira tek bir sahnede çıkış yakalayıp bitmişti. Banka gelene kadar çok fazla mesafe geçmemesine rağmen göz kapaklarımdan çukurlarına doğru ilerleyen baskı, ağlamayı bile yorucu hale getiriyordu. Artık sadece kafası karışık, hata yapmaktan korkan, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen ve günlerce bu düşünceler ekseninden çıkmayı başaramayan bir adam olmakla birlikte sinemada izlediği bir filmde geçen atın yalnızlığı kendi yalnızlığına benzeten bir adam haline de gelmiştim. Kırıla döküle geldiğim bu yaşa kadar beni terk etmeyen tek şey yalnızlığımdı, ben de onunla mücadele etmek yerine ona sahip çıkmayı tercih ediyordum.


Dipnot: Bu yazdıklarımı, gerçekliğin sarsıcı bir illüzyon oluşu farkındalığını kendine katmakta zorluk çeken her kişinin okuması gerektiğini düşünüyorum. Devamı çok yakında gelecek, sevgilerimle...