Aslına baktığımız zaman birçoğumuz için bu hayatın pek de yaşanılacak bir tarafı yok. Bazen neden geldiğimizi bile anlayamadığımız bir dünyada birkaç bir şey deneyimliyor, becerebilirsek dersimizi alıp değişiyor, başaramazsak da aynı yenilgiler karşısında hayıflanıp dövünüyoruz. Fakat hangi yoldan yürürsek yürüyelim sonumuz hep burayı terk etmek oluyor. En azından çoğumuzun bu yolculuğa dair algısı bu şekilde gelişiyor. Acıların, nankörlüklerin, kötülüklerin, hayal kırıklıklarının olduğu bu yerde, en çok içli şarkıların kollarına bırakıyoruz kendimizi mesela. Ya da melankoli limanında dinleniyoruz toparlanabilmek için. Çoğumuzun hüznü ortak, aynı dalgalara karşı çırpınırken, nefeslenebilmek için aynı göğe kaldırıyoruz kafamızı. Hal böyle olunca da bir şeylerin bizi çekip almasını bekliyoruz bu karanlık kuyulardan. Kimimiz başka bir insana sarılıyoruz devrilmemek için, kimimiz her gün bir başka uğraşın peşinden koşuyoruz geçen zamanın bizi kovaladığını fark etmemek için, kimimiz ise hayal kuruyoruz bize ait olmayan dünyalarda çok daha güvendeyiz diye. Daha iyi bir hayat, başarıyla tırmanılmış kariyer basamakları, bolca para, her şeye sıfırdan başlanılan yepyeni fırsatlar ve nicesi... Sınırları yok hayallerimizin, olmamalı da kanımca. Peki ya hayatın tüm boğuculuğundan sığınmak için kaçtığımız hayallerimiz zarar vermeye başlarsa bize ne olur? Hem mükemmeliyetçiliğin kıskaçları arasında sıkışıp hem de gerçekliğin sıcaklığı ile kavrulursa o hayallerimiz, bizi nasıl yıpratırlar? Kendimizi o kızgın kumlardan serin sulara atmak o kadar zor olur ki neredeyse boğulacağımızı dahi anlayamayacak hale geliriz. Bizi bu hayatın anlamsızlığından kurtaracağına inandığımız hayallerimizi, ulaşabileceğimiz hedeflere dönüştürebilmek ve bu hedeflere de ulaşabilmek için kendimizi hırpalarız fazlasıyla. Kendimize bu kadar acımasızca davranırken de ruhumuza alan açabilmek için kurduğumuz hayallerin her birini birer sınav haline getiririz. "Hayal 1'e ulaşamazsam sınıfta kalırım, Hayal 2 için yeteri kadar çaba harcamazsam daha da değersiz hissederim kendimi, hele Hayal 3 o kadar önemli ki ona yaklaşamazsam hayat biter, mutlu olmak bile fazla gelir bana." Soluklanabilmek, huzur bulabilmek için adım attığımız bu yolda, hayallerimizi bir ödül-ceza sistemi haline getirip kendimize işkence etmek için araç kılarız onları. Fakat bu araçlarla kendimize zarar verdikçe, bu kıskaçtan kurtulup mutlu olabilmek uğruna yine sığınırız aynı hayallere. Bu ise yalnızca o hayallerin bizim daha da hayati hale gelmesine yol açar. Hayaller ne zaman ki hayatımızın can damarlarından birisi haline gelir işte o zaman gerçekler çarpar yüzümüze. O zaman nasıl bir kısır döngünün içerisinde debelendiğimizi, sıkışıp kaldığımız yerde gerçek hayatı ne kadar unuttuğumuzu fark ederiz. Boş ve anlamsız gördüğümüz bu hayatın aslında bir değeri olduğunu, yaşıyormuş gibi hissedebilmek için tek yolun sıkı sıkı sarıldığımız hayaller olmadığını anlarız. Artık bize bir nefes olmaktansa bizi nefes nefese bırakan bu yolda durmadan koşmak yerine etrafımıza bakıp gerçek hayatın emareleriyle heyecanlanmak isteriz. Gülümseyerek, keyif alarak, hayata gerçeklerin desteği ile anlam katarak da yaşayabildiğimizi fark ederiz. Gerçeklerin yeteri kadar hayal, hayallerin ise hak ettiği kadar gerçek olduğu bir hayat da mümkündür çünkü.