Bugün öyle çok da ihtişamlı bir gün değil. Bir kafede oturmuş, günlüğümü dolduruyorum. Buranın kahveleri güzelmiş, ilk defa geliyorum buraya adı “La Vita e Bella” yaşamak ya da hayat güzeldir demek, öyle mi gerçekten? Hele ki arkada çalan “It’s Hard To Say Goodbye” şarkısından sonra bana fazlasıyla ironik geldi. Galiba bunun üzerine düşünmenin zamanı benim için çoktan geçti. Ama kendimi durduramayacağım. Her seferinde geniş zaman kipinde kullandığım, kesinlik bildiren ve genellikle insan, felsefe, psikoloji ve bilim üzerine olan yargılamalarımı ve düşüncelerimin okunu bu sefer hayat üzerine çevireceğim. Farkındayım biraz bilmiş edebiyatına kayacak ama izin verin önce sigaramı yakayım.
Şimdi ne diyorduk? Hayat. Benim hayatı görüş şeklim doğuştan hatta daha doğmadan karşımıza çıkan yol ayrımlarının hangisini seçtiğimizle doğrudan alakalı hatta ve hatta bizzat hayatın kendisi. Bir diğer mevzu karşımıza çıkan yol ayrımları, tercihlerimiz, doğrusunu bazen bilmeden ama çoğu zaman bile isteye, ki en azından benim için, girdiğimiz yanlış yollar ve sonuçları yani yeni yol ayrımlarına giden süreçler hepsi ama istisnasız hepsi kendilerine zıt kuramların beraber ortaya çıkmasıyla oluşuyor. Bir nevi diyalektik gibi ya da ying yang, adını koymayı size bırakıyorum. Hatta karşınıza çıkan yol ayrımlarının herhangi birinde ilerlemeyi düşündüğünüz ya da çoktan yola koyulduğunuz düzlüklerin birinde size engebeler oluşturabilecek zıt kavramlar yaratabilirsiniz. Bu demek oluyor ki daha yolun yarısında farklı bir yola sürüklenebilirsiniz. Benim burada sorum şu: Bu sürecin en başından beri sizin “hayat” yönteminiz nedir? Kontrol tamamen sizde midir yoksa “kader” denilen olgu gerçekten var mı? İnsan kendi hayatında kendi hayatına isteği dışında üçüncü şahıs olarak bakabilir mi?
Aslına bakarsanız bugün bu soruları sormamın nedeni bu soruları daha önce sormamış olmam değil. Bu soruların cevaplarının bencesinde yanıldığımı düşünüyor olmam şu sıralar. Henüz yeni bir bence oluşturmuş değilim ama neden böyle düşündüğümü anlatabilirim. Hayatım boyunca beni en çok zorlayacak yoldan gittim hep, bazen üstesinden geldim çoğu zaman tökezledim, yere kapaklandım. Çok büyük yanlışları bile bile yaptım, sonucunda pişman olmamayı kendime meziyet edindim. Şimdilerde pişman olmanın gerekliliği üzerine düşünmeye başladım. Çünkü, pişman olmadan geçirdiğim süreç bana umarsız bir kısıtlama gibi gelmeye başladı. Yani canımı acıtan şeyi görmezsem çözülürmüş gibi düşünmeye başlamışım zamanla. Acıya alışmaktan kim bilir belki de ondan zevk almaktan başka bir yere götürmemiş bu pişmansızlıklar silsilesi. Şu an düşündüğümde belki de günlüğümü böylesine sayfalarca doldurmamdaki sebep de “pişmanlık” duygusudur, kim bilir. Anlaşılan sorun edindiğim şey, hayat tarzımdan ziyade hayatımın kendisi. Çünkü, bu söylediklerim “hayat” tanımıma öylesine ters ki sanki hiçbir yol ayrımında yaratılmamış bir zıtlıkla boğuşuyorum. Kendime sadece “kaosta başarılar” demek istiyorum.
Bu da beni bir diğer sorunun yanılsamasına götürüyor. Tabiri caizse hayatımızın dizginleri tamamen bizim elimizde mi? Bu soruya cevabım hâlâ “evet” hiçbir şey yapmak istemediğimiz zamanlarda bile olay bizim tercihlerimizden ibaret. Açıkçası hiçbir şey yapmama isteğimiz ki bu durumda da hayatımıza isteğimiz dışında üçüncü şahıs gözünden bakıyoruz. Tabii burada da karşıma şöyle bir soru çıkıyor: Bu istek bizim elimizde mi yoksa gökten inen bir şey mi? Bu soru kafamı çok kurcalayan ve hiçbir doğrultuda cevap bulamadığım öyle sanıyorum ki içinde bulunduğum çıkmazların en büyük sebebi. Beynimin kendine yarattığı sorunsalların en büyüğü. Bir gün bir cevap bulursam emin olun sizinle paylaşacağım.
İşte böyle dostlar bugünlerim, dünlerim ve büyük olasılıkla yarınlarım bu hengamenin içinde var olma çabasıyla geçecek. Bana müsaade, kalabalıktan kaçıp yine kalabalığa tutuldum. Kendinize iyi bakın ve yine “kaosta başarılar.”
28.03.2022