Eğer çok uzun süre hayatınızı aşkını arıyorsanız veya bekliyorsanız, aşka veya ona en yakın hislere en aşina insan siz oluyorsunuz. Minik flört oyunları ustası, gülümsemesinden bile karşınızdakini tanıyacak kadar iyi biliyorsunuz. Çünkü hayatınızın aşkı olma ihtimali bile sizi heyecanlandırıyor hale getiriyor.

Uzun yıllar hayatımın aşkını bekleyen biri olarak, aslında onu dışarda ki dünyaya açılmadan asla bulamayacağımı anladım. Onunla karşılaştığım zaman mükemmel olmak istedim, tıpkı muhteşem romantik filmlerde Anne Hathawayin sahneye girişleri gibi. Bu yüzden çok fazla iç dünyama yönelip kendimi geliştirdim. Uzun derin kitaplar okuyup, aya ve yıldızlara bakıp hayaller kurdum. Çünkü eğer hayatımın aşkı orda bir yerdeyse onunla aynı anda yıldızları izliyor olabilirdik. Bunun ihtimalini düşünmek bile hiç tanımadığım birine karşı inanılmaz yaklaştırıyordu.

Her genç kadın gibi bende vakti geldiğinde randevulara çıkmaya ve flört oyununu oynamaya başladım. Ama bu oyunda o kadar geç kalmıştım ki; kime dokunsam çok derin yaraları vardı. Bazıları bu yaraları anlatmak bir hayli uzak olsa bile okuduğum bütün psikoloji, antropoloji ve sosyoloji kitapları bir nebzede olsa karşımda ki insanı okumak için yeterli bilgiye erişim sağlıyordu bana. Bende bu insan okumalardan kendimce çıkarımlarla yola çıkarak bu oyun için çok geç kaldığımı düşünerek piyasadan çekildim.

Artık yan rol olmak istemiyorum kimsenin hayatında, kendi hayatımın baş rolü olacağım dedim. Sanki büyük bir asayı yere vurup, dünyanın (en azından kendi dünyamın) dengesini değiştirmiştirmiştim.

Dengem değişince hayatımın aşkını aramayı bıraktım. Zaten hayallerimi kime anlatsam sadece hayalde kalıyor ve dostlar masasının en komik fıkrasına dönüşüyordu hayatımın aşkı hikayesi. Hayallere inanmayı mi bıraktım yoksa gerçekten onu aramayı emin değilim ama çok uzun süre önce bir noktada vazgeçtiğimden çok eminim.

Her ilişkinin dinamiği kendine özeldir. Bunu öğrenmek tam 27 senemi aldım. İşin en ilginç yanı ikili ilişkilerde ki bu eşsiz dinamikleri oluşturan, sınırları indirip kaldıran da tamamen verdiğimiz kararlar, seçimlerimiz ve yolladığımız sinyalleri alakalıymış. Seçimsizlikten mi yoksa fazla seçici olmaktan mi bilmiyorum ama araftan çok daha öte bir yerde yalnız kaldım.

Şimdilerde görüştüğüm biri var. Yeni nesil ilişkilere göre bir sürü farklı ismi var. Ne zaman ki bu isimleri üşenmeyip Türkçeye çeviririz o zaman kavramları öğrenebilirim. Görüştüğüm kişiyle ilk andan itibaren "o" olmadığını biliyordum. Aşka en uzak şey onunla yaşadığımız şeyin adı. Öyle ki bir gün sandalyesinde otururken 20li yaşlarımın sonlarını boşa harcadığımı bile düşünmeye başladım. İçinde flört oyunları yok, sahte hoşlanma numaraları yok, birbirimize baktığımız romantik anlar bile yok. En yakın arkadaşımla bile belki de bu kadar açık değilimdir. Mutsuzken bana dokunma veya beni arama demek dünyamda ki en rahat şey. Sahte sahte birbirimizi tanımaya bile çalışmıyoruz. Var olduğumuz gibi yaşıyoruz, var olduğumuz gibi görünüyoruz. Aşka, ilişkiye ve hatta ki tutkuya en uzak şey onunla yaşadığım günler. Ama burası benim kaçış evim. Ne zaman ki kapılar kapanıyor, kendi dünyamdan o kadar uzaklara gidiyorum ki. Kapalı kapılar ardında kendi dünyamın bütün acılarından saklanıyorum. Bazen kapıların kapanması yetmediği için koltukta saatlerce hareketsiz oturup yorganın altında saklanıyorum. Ve onun dünyasında ben büyük bir sıfırım. Hayatımda ilk defa denimlediğim bu durumdan onun rahatsız olmaması benim en büyük konfor alanım. Çünkü aşk oyunlarını, flört etmeyi ve sevgili rolünü yapmayı ilk çıkıp kaybettiğim maçtan beri bırakmıştım. Olduğum kişi kimseyi tatmin etmeyi ve dış görünüşe aşık olduğumuz bu günlerde içi dolu olan her şeyden kaçtığımız için benim ruhum diğer bütün ruhların can sıkıcı bir gölgesinden ibaretti. Böylece ilişkiye en ilişki olmayan şeyden uzak şekilde sadece görerek ve görüşerek başladım denebilir. Peki ya sizin hikayeniz nerde başladı?