Zavallı Şarap Şişesi


Kadın, dar olan mutfağına mucize eseri sığmış gibi görünen masanın yanında, bulduğu bir sandalyede, sessizliğin ortasında oturuyordu. Evi sessizlikle birlikte dondurucu bir soğuk da sarmıştı. Bu sırada tamamen sarı olan rengiyle dikkat çeken muhabbet kuşu masanın üstünde, kafesinde duruyordu. Soğuktan olsa gerek; kuş kafesin bir köşesine sinmiş, kafasını gövdesine gömmüş bir halde titreyerek kadını izliyordu.


Kadın yüzünü hüzne bürümüştü. Başını sağ omzunun üstünden masaya doğru yatırmış sağ kolunun dirseğiyle masadan destek alıyordu. Gözlerini hiç ayırmadan başını yatırdığı yerde duran masanın üstündeki cep telefonunu izliyordu. Hatta hayır, buna izlemek denemezdi. Baktığı şey sadece bir cep telefonuydu ama kadının gözlerinde dünyanın en mühim konusu üzerine derince düşünen bir insanın sarhoş hali vardı. Kim bilir? Beki de gerçekten yeryüzündeki en mühim konu hakkında düşünüyordu.


Mutfak tezgahının üzerinde biraz bulaşık ve birazdan daha fazla alkol şişesi duruyordu. Fakat kadının az önce bahsi geçen sarhoş hali alkolden değildi. Hayır, alkolden olamazdı çünkü sabahtan beri ağzına tek bir damla bile koymamıştı. Zaten istese bile koyamazdı çünkü evde ne alkol kalmıştı ne de alkol alacak parası. Hayır, bu sarhoşluğu alkolden değildi. Onu bu hale getiren ve bir aptal gibi cep telefonuna gözlerini dikmesini sağlayan şey kafasında dönüp duran o soruydu: Yaşamaya devam etmeli miydi?


Aslında uzun zamanlardır aynı yerde oturuyor ve bunu düşünüyordu ama genelde nefes almaya devam etmek için yeterli sebep bulamıyordu. Şu an onu hayatta tutan tek bir şey vardı; birkaç gün öncesinde apartmanın önünde tanıştığı o adam... Ve şimdi ölümle tanışmak isteyen bu kadının hâlâ burada oturup düşünmesine neden olan bu olay, o her zamankinden farksız ve her zamanki kadar sıkıcı günde yaşandı.


Öğle vakti gelmiş bizimki uyanmış ve market alışverişine çıkmıştı. Yine, sadece hayatta kalacak kadar erzak ve paranın kalanıyla canından olacak kadar alkol alıp evine doğru yol aldı. Artık dışarıya çıktığı zamanlar ilk fırsatta evine geri döner olmuştu. Çünkü insanların onu görünce bir hayalet görmüş gibi bakıp durmalarından rahatsız oluyordu. Gerçekten bir hayalete mi benziyordu? Zaten incecik olan bedeni ayakta zor durur hale gelmişti, beyaz teni gittikçe solmuş ve kuruyan bir gülü andırıyordu. Ve işte bu halde olan hayaletimiz o gün, dairesinin yer aldığı üç katlı pembe binanın önüne, elinde poşetlerle geldi.


Ama o da ne! Binanın büyük, siyah, dış kapısı kapalıydı. Kadın kendini bildi bileli bu kapıyı hiç kapalı görmemişti. Çünkü her zaman arızalı bir kapı olmuştu ve kapanmasının imkanı yoktu. Zaten bu yüzden yanına da anahtar almazdı... Neredeyse ayak bileklerine kadar karlara gömülmüş olan genç kadın ne yapacağını bilmez halde, sırayla sağına ve soluna, sokağa bakındı ama ortada kimse yoktu.


Ellerinde poşetler, çaresizce binanın girişine doğru yürüdü ve oradaki basamaklara oturdu. Üşümeye başladığını hissetti ve bu sırada poşetleri de umursamazca yere bıraktı. İçinde alkol şişelerinin bulunduğu poşetten şişelerin birbirine vurmasıyla kulak tırmalayan bir ses yükseldi. Sonra şarap şişesinin biri daha fazla dayanamadı ve devrildi. Devrilen şişe poşetten çıktı, binadan sokağa doğru yakaladığı küçük eğimle yuvarlanmaya başladı. Sanki gideceği yeri biliyormuşcasına henüz yumuşak olan karları yardı ve sokağın ortasına kadar yuvarlandı. Tam ortada durdu.


Kadın elini başına koydu ve ağlayacak gibi hissetti. Bu sırada bir küfür mırıldanarak şişeyi almak için ayağa kalktı. Ama tam o an sokakta bir motor sesi duyuldu. Ve ne marka olduğunu bilmediği külüstür bir arabanın hızla şarap şişesine doğru geldiğini gördü. Hayır! Onun başına bir şey gelmesine izin veremezdi...


Şişeyi kurtarmak için hızla ileri atıldı. Bir şahin gibi onu yerden kaptı ama dönüp baktığında arabanın çoktan dibinde bitiverdiğini fark etti. Tekerlerden gelen acı bir fren sesinin ardından tamponu kalçasında hissetti ve yine bir şahin gibi arabanın önüne doğru uçtu sonra da sertçe kaputa düştü. Bu sırada zavallı şarap şişesi de havada birkaç takla atıp ön camda paramparça oldu.


Ön camdan kaputa, kadının yüzüstü yattığı ve yüzünün bir tarafının tamamen yapışık olduğu kaputa, oradan da aşağıya, karlara doğru her yere kırmızı şarap akıyordu. Beyaz rengi atmaya başlamış bu küçük, külüstür araba kutsanmış gibi duruyordu. Şoför korkuyla arabadan indi. Genç adam ne olduğuna bakmak için arabanın önüne doğru yürüdüğünde arabasının kaputunda hareketsizce yatan kadını gördü. Adamcağız tit tir titremeye başladı. Etrafına bakındı; kimsecikleri göremedi ve "Kaçıp gitsem mi?" diye düşündü.


Sonra "Hayır, saçmalama!" dedi kendi kendine ve kadına doğru bir kaç adım atıp: "Hanımefendi, şey, hey..." diye bir şeyler çıkardı ağzından. "Kesin ölmüş..." diye düşündü ve yüzü ağlamaya yakın bir hal aldı. Kadının yüzüyse kaputa yapışmış, elleri de yukarıya sileceklere doğru açılmış bir haldeydi. Uyuyor gibi görünüyordu. Ama zaten ölüler de uyuyor gibi görünmez miydi? Ya da uyuyanlar ölü gibi görünürdü...


Evet evet, onu kesinlikle öldürdüğünü düşünmeye başladı ve kadından daha da genç duran bu adam başını ellerinin arasına alıp garip bir inilti çıkararak ağlamaya başladı. İşte tam o anda kadın kafasını şaraplı kaputun üstünden yavaşça kaldırdı. Berbat bir haldeydi. Saçlarından, kaşlarından, kirpiklerinden ve yüzünün yüzeye dayanmış olan sağ tarafından, burnundan şarap damlıyordu. Kutsal şarabı tadan sağ gözü açılmıyordu. Diğer gözünü de yarım bir şekilde açabilmiş şaşkın şaşkın adama bakıyordu.


Adam kadının bu halini gördüğünde korkusunun yerini büyük bir şaşkınlık aldı...