Oysa herkes öldürür sevdiğini; kulak verin bu dediklerime:
Kimi bir bakışı ile yapar bunu, kimi dalkavukça sözler ile…
Korkaklar öpücük ile öldürür, yürekliler kılıç darbeleriyle.
Kimi gençken öldürür sevdiğini, kimi yaşlıyken.
Şehvetli ellerle boğar kimi, kimi altından ellerle…
Merhametli kişi bıçak kullanır, çünkü bıçakla ölen çabuk soğur…
Kimi yeterince sevmez, kimi fazla sever…
Kimi satar; kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken, kimi kılı kıpırdamadan…
Çünkü herkes öldürür sevdiğini, ama herkes öldürdü diye ölmez.
Oscar WİLDE
Nietzsche, okuduğu kitapların ektiği ekinler olduğunu ve “varlığının yaşadığı anı” altı ay önce ektiği ekinin uyanışı ile “yeniden oluştuğunu” betimliyor kişi nasıl kendisi olur diye sorulduğunda.
Farklı alanlarda okudukça “sezgi duyusu” gelişiyor ve güçleniyor. Diğer tüm duyularımız gibi.
Olaylar hakkında önceden bir “öngörü,” anlık karar verme yetisiyle birlikte gelişen “özveri” ve deneyimler sonucu kazanılan “öz güven.”
Tarih ve din kitaplarında anlatılan put hikayeleri neyi anlatmak istiyor acaba diye düşündün mü hiç?
Kaç tane putunuz var sizin, saydınız mı peki?
Kalıplaşmış olan düşünceniz? Asla olmaz dediğiniz ya da bunsuz yapamam dediğiniz?
Ben böyleyim diye çoğu zaman, kendi dilimizle yarattığımız putları, artık kırmamız gerektiğini söyleyene düşman bile oluruz ki sebebini bilmediğimiz davranışımızın üstünü kapatabilmek adına!
Aslında tasvir hepsi, gerçek siyahı beyaz görünce ancak ortaya çıkıyor! Bakış açını değiştir tam şimdi.
Dünya senin içindeki ile aynı şekilde yansıyor dışarıya!
Öğren; putları ilk yıkan ile son yıkanın amacını, yık artık putlarını, ikonlarını…
Onlara bakma, onlar da insan. Anlayarak “duy,” gösterdiklerine “bak.” Bak ki kendini gör!