Sessizlik ortama salınmıştı adeta, ölüm öncesi sessizliği gibi... Ne yapacağını, ne düşüneceğini, ne söyleyeceğini kestiremiyor; bedeni burada ama ruhu nerede bilmiyordu. Evet, her şeyin farkındaydı. Bu durum iyiydi ama diğer yönden değildi de. Bazen her şeyin farkında olmasam, keşke bilinmezlikler içerisinde yaşayabilsem derdi çünkü bu duruma sürüklenip kendini hırpalamak ve suçlamak istemiyordu. Bu onu daha çok dışarıya kapatarak kendi özüne dönmesini sağlamıştı ve bu durumdan bıkmıştı. Onu anlayan veya dinleyen kimse yoktu. Sonsuz bir kayboluşun içine sürüklenmişti. Nasıl devam edeceğim acaba böyle yaşamaya? Devam edebilir miyim? Evet, edebilirim, diye sürekli kendini telkin ediyordu. Böyle devam edebilirim; hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Evet, dışarıdan böyle durmalıyım; güçlü, yıkılmaz ve o görünmez. Kanatlarımın verdiği güçle hemen yıkılmamalıyım. Başını asil bir şekilde eğmişti, ne kadar kibirli gibi dursa da çaresiz bir şekilde onun gelmesini bekliyordu ama o gelecek miydi? Kafasında sürekli durmaksızın dönen şey: “O gelecek mi?”

O bir gün mutlaka gelecek, her zaman kendisine verdiği yanıt buydu. Sanki kendisini bir yalana inandırmaya çalışıyor gibiydi. Onu böyle ruhsuz bırakan fakat bir o kadar da asil ve güçlü kılan buydu. Onu bu hale ne getirmişti, o. nasıl böyle bir duruma düşmüştü, peki başını kaldırabilecek miydi her zamanki gibi? O ister miydi meçhule sürüklenmek, ne yaşadığını bilmek ama bilmiyor gibi hareket etmek? Hep içinden şunu demişti: "Ben duruşum ile bir haykırışın betimlemesiyim.” Sonsuz bir döngü içerisinde sürüklenmeye devam ediyordu, hep kendi ile çelişen bir durumda... Beklediği kişi acaba başka biri miydi, yoksa kendisinin çaresiz ve dik duruşu arasında kalan ikircikli durum muydu? Beklediği şey nesne ve özne arasında gidip gelen bir durum muydu? Beklenen ve beklenti arafında konumlandığı bu hal hep böyle devam mı edecek? O kendini bir sonuca ulaştırmadan tekrardan aynı sonuca ulaşacağını bilmesine rağmen yeni bir döngüye giriyordu. Bu duruma girmeyi o istemiyordu ama kendini de o duruma sokan şey bizzat “kendi” idi. Aslında beklediği ve korumaya çalıştığı şey kendiydi. En baştan itibaren kendisi ile çelişmiş, kendini bulamayan bir benlik içinde sürüklenmiş, nesneden özne olamayan cisim... Kendini her zaman soyutlamış, farklı bir varlık gözü ile bakmıştı kendisine değer ifade etmeyen, peki bu bilinmezlik içinde nasıl devam edecekti? Bu duruşu ile haykırışın betimlemesi olan “o,” bir sona yaklaştığını biliyordu. Sudan çıkmış bir balığın son çırpınışları gibiydi bu, bir yandan kendini bulmaya çalışırken daha da kayboluyordu, tanınmaz hale gelen o benliği artık yoktu çünkü asıl benliği kaybolan kendisiydi.