Her şeyin döşemelerle ilgili bir yanı var galiba. O döşemelere o kadar uzun süre baktın ki bu anlamı çıkarıyorum. Uzun sonsuz bir yazın, soğuk bir balkona oturmuş olmanın, yıldızlar her zamanki gibi dolaşırken neysen o olmamanın içinde bıraktığı bir hisle oturuyorsun sanki. Sana insanlığın tüm yılları bahşedilmiş, bu yüzden bilmemeyi biliyorsun. Ayakların boşlukta sallanırken zamanı kontrol etmek aklına hiç gelmiyor. Çünkü burada bu serin yerde her şeyin duraksadığını biliyorsun. En çok da bin türlü çekişmenin içinden çıkıp geldiğinde buranın kendine hesap verdiğin yer olduğunu anımsıyorsun. Bir zamanlar ne yaptıysan hepsi ipe dizilerek geçiyor gözlerinin önünden. Her şeyin apaçık bir görünümü var. Hiçbir şey abartılmaya mahal vermiyor aslında. İnsanlar var seçimlerinin sonucunda olup biten şeyler var hepsi bu.


Dünyanın kadim bir büyüsü olduğunu hatırlıyorsun. Işığa doğru üşüşen güveleri, biraz uzaktan gelen cırcır böceğinin sesini işitirken daha iyi anlıyorsun. Bir tek elini göğe tutup gökyüzünden akan büyüyü görünce arta kalan tek şeyin o olduğunu fark ediyorsun.


Hantal bir yaşamın ağır külçelerinin içinde, düşünmeye vakit bulamayan ve düşleyecekken kaybolanların tıkırtısı var. Oysa tüm bunlar için söylenmesi gereken çoğu şey söylendi. Tüm dünya bir toz bulutunun içinde notalara karıştı. Hepsi aynı gerçeği tekrarladı. Bu yüzden söylenmemiş olan için bir yol tutman gerekiyor. Çantanı hazırla, yanına kullanılmamış cümlelerinden almalısın, dünyaya tasa ve üzüntü, savaş ve kandan başka bir şey bırakmadın. Aşk ve doğa ise hep savaş sonraları aklına geldi. Hiç hayranlık uyandırıyorsun demiş miydim?


Tacın bir süre düşünce bunu daha iyi anlayacaksın. Mataran ve kalbin yanındaysa geriye sadece soğuk bir balkona otururken nelere dikkat etmen gerektiğini hatırlamak kalıyor. Bir zaman olur da tekrar oturup başını göğe kaldırırsan diye seni uyarıyorum en baştan. Gün gelir de yaptığın hataların üzerinden bir daha geçmeyesin diye sana yol gösterecek yıldızları seçiyorum ellerimle. Bitmeye ramak kaldı, sadece birkaç göktaşı birer yıldız daha bulmam lazım. Ama her şeyi hallettikten sonra önüme sönük galaksiler, elimden kayıp giden bulutsular çıkıyor. Yıldızları kaçırmanın ağır bir bedeli olmalı diye düşünüyorum. Belki de sen yüksek bir balkonda oturup bütün suçlarını zamana atarken ışık hızında bazı olaylar gelişmiş olabilir. Bu yola çıkmanın altın kuralları var demiştim.


Zamanı donduramazsın. Sürekliliğin korunması ilkesine zarar verdiğini düşünüyorum. Belki yola çıkmana engel olan şey bundan başkası değildir. Eylemsizliğinle zamanı duraksattığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Her geçen milisaniyede binlerce hücre eksiliyorsun ve sana değer katacak şeylerden binlerce mil uzaklaşıyorsun. Sana ilerde her şeyin bir bahar ikindisi kadar dingin olacağını söylemek isterdim. Gözlerinin önüne getirdiğin o son rahatlık gölgeli bir şekilde sönüyor olmalı. Biliyorsun mümkün olmayan şeyler var. Yani sen bu eylemsizliğe devam ettiğin sürece yıldızlardan bir işaret alamazsın, sana yol gösteremezler.


Ben bunları söyledikten sonra yaptığın şey aklımı başımdan aldı. Sadece birazcık daha dayanmanı istemiştim, her şeyinin hazırda olduğunu söylemiştim. Belki de sözlerim sana çok geç ulaşıyor. Burada seninle aynı zamanda değiliz. Yine de söylediklerini anlamasam da hareketlerinden anlamam lazımdı diye düşünüyorum, kızıyorum kendime.


Çünkü o zaman yüksek bir balkondaydın. Bir süre döşemelere bakıyor biraz sonra da başını dağın arkasında yükselen yıldızlara çeviriyordun. Benden yardım istediğini düşünüyordum. Belki de bu önceden planlanmış kaliteli bir vedaydı. Sana orda dur demeyi veya işleyen planına dahil olup el sallamayı isterdim. Sen ayaklarını boşlukta sallamayı bıraktıktan sonra saati neden umursamadığını şimdi anlıyorum. Doğruluyorsun, kollarını tüm dünyayı kucaklarcasına açıyorsun. Titanik geliyor belki aklına. Herkes hayatında bir kere sinematografik bir ölümü hak ettiğini düşünür. Sen de alelade bir ölümü yakıştıramıyorsun kendine. Büyük trajedi, biraz sonra uçmayı yeni öğrenen yavru bir kuşu anımsatan atlayışınla başlıyor. Ne muazzam bir atlayış! İşte Camus, hayatın anlamı hakkında bunları düşünüyordu.


Doğruca yere çakılmanın şiddetli görüntüsünü düşlemek her atlayan kişinin son düşünceleri midir sorusu geliyor aklıma. Belki evet belki hayır ama sen aşağısı kurtuluşmuşçasına atlıyorsun, bir karadelik seni içine çekip başka bir apartmanın en üst katına geri gönderecek gibi hissediyorsun.


Ama eğer planın dünya sınırları içerisindeyse bu olasılığı elemelisin. Ellerin binlerce çiçeği koparmışken, binlerce saati kurmuşken yağmur sonraları sokakları arşınlamışken ayağın, şimdi öylece her yanın kanlar içinde yatıyorsun. Bu büyük cesareti başka şeyler için de gösterebilmeni umuyordum.


Her şey donuk ve karanlık, bir süre boyunca durmadan seni oradan kurtarmanın planlarını düşünüp durdum. Ben ne yapsam etsem de sen her olasılıkta o adımı attın. Her adımı pür dikkat izledim. Nereyi atlamış olabilirim dedim kendime. Bir yerde sen rolünü ustalıkla sergilerken elini gömleğinin cebine kalbinin üstüne götürdüğünü fark ettim. Bu veda çeşitlerinden biri miydi yoksa rastgele bir şey miydi?


Seni düştüğün yerde gören ilk kişi kimliğini çıkaramıyor, kimsin ve nesin? Sirenler çalıyor, rüzgar uğulduyor, insanlar başına toplanıyor. Hepsini izliyorum. Gecenin bu vaktinde ambulansı arayan bu orta yaşlı seçilmiş adam, gömleğindeki kabarıklığı fark edip orda katlanmış olan kağıdı bulup çıkarıyor. Şoktan ötürü bir süre kekelese de halka hitap eden bir kral gibi asil bir tavır alıyor ve galeyana gelmiş halka sesleniyor: “Bu bir mektup mu? Henüz bilmiyorum.”  


Kanla kaplanmış bir kağıt olduğu kesin.


“Eksik olan şeyi doldurmanın zamanı geldi. Aradığım şeyi bulduysam artık ne ideolojiler ne de başka bir şey beni meşgul edebilir. Hayat akıp giderken ben ne olacağımı bile bilmiyorum. İşte kendimi kandırışımın bilmem kaçıncı gününde bunları yazıyorum sana. Gel en güzel oluşunla. Gel ki hayatımın kıvılcımları bin kez çıksın gökyüzüne. Ne olup bittiğini anlayamadan çıkabileyim karanlıktan. Ben ne artık bıkkın yalnızlığımı istiyorum yanımda ne de melankolik zihnimi avutmak. Ben tüm sıcaklığınla yaslan istiyorum omzuma. Düşünmek için bile vakit bulamayım sen sarılınca bana. Görmezden geleyim diğer her şeyi sen gözümün önünden geçince. Hayatlarımızdan bahsedelim birbirimize. Işıldayan bir çift göz görünce gün boyu gülümseyeyim. Hiç solmayan bir tebessümle anlatayım çocukluğumu. Şu ağaçtan nasıl düştüğümü şu dersten nasıl kaldığımı gözlerine bakınca daha bir hisli anlatayım. Her şeye inanabilirim her şey mümkünleşebilir beraber yürüdüğümüzde. Hiç susmayan birine dönüşebilirim sen konuşunca.


Yaşlı adam sözünü bitirdi ama kâğıtta bundan sonra karalamalar ve birkaç paragraf daha vardı. Kalabalık sanki dahası var mı diyen bakışlarla bakıyordu adama. Ama kâğıt sert esen rüzgarın hızına dayanamadı uçup gitti hızla. Döne döne çıktı yukarıya atladığın yerden bile daha yukarılara çıktı. En sonunda ben kağıdı her yerde ararken yanı başımda buldum.


“Her şeyin bir sonu varmış, bunu çok iyi anladım. Ne istediysem o olamadım. Her şey kayıp giderken elimden ben geriye döndüm, o yöne gitmesem bile. Bulanık bir gerçeğin içinde şimdi ben neye inanabilirim? Nerde bir tatlı esinti bulabilirim artık? Hayat, renkli şekerlemeler dışında dikenli çalıları da içeriyor ve ben giderek zakkum tadı alıyorum ağzımda. Bayat bir yaşantı çiğnediğimi fark ettiğimde yıldızlara başvuruyorum. İşte bu yüzden burda, gerçeklik en korunaklı yönüyle bu balkondayken sana sesleniyorum ey, bana yola çıkmanın altın kurallarından bahset. Aşkla, barışla yaşamak için bana yol göster. Kuzeye doğru gitmemi istiyorsan giderim. Başa dönebilirim her adımı tekrar tekrar atabilirim. Bana bayağılıklardan bahsetme, hayat hiç de romantik olmayan bir sistemin etrafında dönüyor. Hep başkaları için yaşadım şimdi de ilk ve son defa kendim için öleceğim. Hoşça kalın insanlar.”

 

Zamanlarımız biraz uyuşsaydı seni kurtarabilirdim. Yıldızların neden kaçtığını, yolun sonuna geldiğini artık daha iyi anlıyorum. Ya ben çok geç kaldım ya sen. Tüm kurallar avucunun içinde sanmıştım. Belki de sen ertelenmiş bir hayatı yaşıyordun. Her şeyi erteledin, aşkı, savaşı, barışı, dünyadaki her ayrıntıyı daha sonra görürüm diye erteleyip durdun. Şimdi de ertelenmiş bir ölüm sundun kendine. Başa dönmek, yaşam sürmek bu kadar karmaşık olmasaydı şu an belki yolu tamamlamışken bana umut dolu sözler yolluyor olurdun.