Parlamentolarda çok sesliliğin ve koalisyonların ülkeyi kötü etkilediği ve bu yüzden seçim barajı konularak çok sesliliğin ve koalisyonların engellenmesi gerektiği inancı maalesef toplumumuzda fazlasıyla yaygın. Bu inancın yaygın olmasının en temel sebebi de 80 darbesi öncesinde Türkiye’de seçim barajının olmadığı dönemlerde istikrarsızlık olması ve darbeden yakın bir süre önce hükümet kurulamaması, hatta cumhurbaşkanı seçilememesiydi. Peki gerçekten suçlu olan koalisyon hükümetleri miydi; yoksa dönemin siyasilerinin uzlaşmaya çalışmaması, toplumun sosyo-kültürel ve politik okur yazarlığa sahip olmaması ve askerin sivil hükümete sürekli baskı yapıyor veya kafasına esince onu deviriyor olması mıydı?


İlk önce seçim barajını bilmeyenler için tanımlamak lazım. Barajlı seçim sistemi, en temel anlatımla siyasi partilerin mecliste temsil edilebilmesi için bir milletvekili için gereken oy oranının yanında seçim bölgesinde ve/veya ülke çapında oyların bir kısmını alması zorunluluğunun olduğu sisteme deniyor. Buradaki oy sınırına (yüzdesel veya rakamsal olarak) seçim barajı deniyor.


Türkiye %10’luk seçim barajıyla hem Avrupa’da hem de dünyada birinci sırada. Her şey gibi seçim barajı da kararında olursa aslında zararlı bir uygulama değil. Görece kalabalık (başta üniter devletler); özellikle de demografik yapısı farklı gruplardan oluşan ulus devletleri olmak üzere çoğu devlette istikrarın korunması, meclisin işleyebilmesi, gerçekten siyaset yapmak ve bu uğurda çalışmak isteyenlerin siyasete atılmasını sağlamak adına çok yararlı bir uygulama. Ancak Türkiye’de şu ana kadar seçim barajı yüzünden 40.097.088 oy temsil edil(e)medi.


12 Eylül darbesi sonrası -güya- ülkedeki istikrarsızlığın bir daha doğmaması ve demokrasinin sağlanması için beş şey yaptı cunta:


1-) %10 seçim barajını getirmek

2-) Siyasilere siyaset yasağı, sanatçılara sanat yasağı getirmek

3-) YÖK’ü kurarak üniversitelerin özerkliğini kaldırmak

4-) Koyduğu kurallara uyulsun diye orantısız güç kullanmak, işkence etmek, gerekirse idam etmek

5-) STK, dernek, vakıf, parti, öğrenci birlikleri, kısacası nerede örgütlenme varsa kapatmak


Politik bilgisi hiç olmayan bir kişinin de anlayacağı üzerine cuntanın bunu yapmasının tek sebebi, başta siyaset olmak üzere her alanda kendi baskılarını ve yetkilerini bundan sonra kalıcı kılmaktı.


Ama bugünkü konumuz seçim barajı olduğuna göre konuyu çok dağıtmamızın anlamı yok.


Türkiye’de hükümetin meclis tarafından kurulduğu 19 genel seçim yapıldı. Bunlardan 11 tanesi (Sırasıyla: 1 tanesi 1961 bölge barajlı, 3 tanesi 1983, 1987, 1991 çift barajlı, 7 tanesi 1995, 1999, 2002, 2007, 2011, Haziran 2015, Kasım 2015 ülke barajlı) barajlıdır. Bu barajlı seçimlerden yalnızca altısında hükümetler tek partili olarak kurulurken beş tanesinde hükümetler koalisyonla kuruldu. Oysa geriye kalan barajsız sekiz seçimin beşinde hükümet tek partili kuruldu. Bu da bize gösteriyor ki barajlı seçimlerde bir partinin gereken çoğunluğu aldığı senaryo yüzde %54 iken barajsız seçimlerde bu oran %62 idi.


Çok partili ilk seçimlerden sonra kurulan hükümet ile 2018’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişimizden hemen önceki hükümete kadar 51 hükümet kuruldu. Bunlardan 23 tanesi tek parti, 7 tanesi (28, 40, 43, 51, 53, 55, 56. hükümetleri) azınlık, 17 tanesi (26, 27, 29, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 41, 42, 49, 50, 52, 54, 57. hükümetleri) normal koalisyon, 3 tanesi askeri (24, 25, 44. hükümet), 1 tanesi ise seçim (63. hükümet) hükümetidir.

-Askeri hükümetler hariç- yaklaşık 68 yıl süren çok partili parlamenter sistemdeki hükümetlerimizden tek parti hükümetleri yaklaşık 29 yıl, azınlık ve koalisyon hükümetleri ise yaklaşık 39 yıl görev yapmıştır.


Bu bilgiler ışığında baktığımızda seçim barajının en büyük hedefi olan koalisyonları engelleyerek istikrarı sağlama hedefini pek de başaramadığını, üstelik bu hedefini başaramazken demokrasinin ve temsiliyet hakkının boş yere gasp edildiğini görebiliriz. Çünkü %10 seçim barajının uygulandığı dönemlerde dahi koalisyonlar olduğunu, hükümet kurulmakta zorlanıldığını ve askerin baskı yapmaya ve siyasete karışmaya devam ettiğini görüyoruz. Üstelik Türkiye’de istikrarı sağladığı savunulan ve neredeyse 40 yıldır ülkemizdeki seçim barajının dünyadaki en yüksek seviyede olmasının nedeni olan “tek parti hükümetlerinin” çok partili parlamenter sistem ile yönetildiğimiz sürenin sadece %43’ünü kaplıyor olması da başlı başına anti tez sayılabilir.


60 ile 80 darbelerinden sonra getirilen yüksek seçim barajlarının kısa vadedeki faydalarının yanında uzun vadede çok daha büyük zararlara yol açması ve bu kadar zarar vermesine rağmen koalisyonları engelleyemeyeceği gerçeği de bize gösteriyor ki suç, koalisyonlarda veya çok seslilikte değilmiş. Suç; bilgisiz toplumda, kendini toplumdan üstün gören kişilerde ve demokrasinin yarım yamalak uygulanmasındaymış.


60 ve 80 cuntasınca veya geçmişteki bazı siyasilerce antidemokratik uygulamalar, bürokratların kibir ve koltuk sevdası, liyakatsizlik, askerin kendini demokratik erklerden üstün görmesi ve toplumun sosyo-kültürel ve politik okur yazarlığa sahip olmaması yüzünden yaşanan istikrarsızlığın ve kötü olayların suçunun adeta günah keçisi seçilen “koalisyon ve çok sesliliğe” atılması çok da şaşırtıcı değil. Çünkü kendi suçlarını kabullenip geriye çekilmekten veya en azından kibirlerini kenara koymaktansa suçu sosyo-kültürel ve politik okuryazarlığa sahip olmayan toplumun verdiği oylara, yani kararlara atmak ve kendi koltuklarını sağlamlaştırmak çok daha kolay ve cazip.


Türkiye’nin AB ile yakınlaştığı, ekonomik olarak belki de en rahat zamanlarını yaşadığı 2002-2012 arasında demokrasinin ilerlediği gerçeğini ve ekonomik zorlukların başladığı, AB ile müzakerelerin durdurulduğu süreç olan 2012-2022 arasında ise demokraside gerilemeler yaşandığı gerçeğini reddetmek yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Oysa 2002 ile 2022 arasında Türkiye’de -Haziran 2017 ile Kasım 2017 seçimleri arasındaki 88 gün haricinde- AKP, sürekli olarak ve tek başına iktidardadır. Ancak ilk 10 yıl Türkiye gerçekten belki de altın devrini yaşarken sonraki 10 yılda ise maalesef bu altın devir ilk önce duraklamaya ve sonra gerilemeye başlamıştır. İşin ilginç yanı ekonomik zorlukların göz göre göre arttığı 2018 sonrasında ise Türkiye siyasetinde gerek pratikte gerekse teorik açıdan koalisyonların veya hükümet kurulamamasının bir yolu yoktur. Bu da göstermektedir ki “seçim barajının ve tek parti iktidarının tek başına sorunları çözdüğü veya ekonomik istikrarı sağladığı iddiası başlı başına gerçek dışıdır...”


Gerçi ne cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ne de seçim barajı, koalisyonu engelleyememiştir. 9 Temmuz 2018’de cumhurbaşkanı ve kabinesi yemin ederken cumhurbaşkanının adayı olduğu cumhur ittifakı meclisteki koltukların yaklaşık olarak %56’sına ve meclis seçimlerindeki geçerli oyların yaklaşık %54’üne sahipti. Cumhur ittifakının adayı ve seçimin galibi Recep Tayyip ERDOĞAN ise %52’lik bir oyla seçimi kazanmıştı. Ana muhalefetteki millet ittifakı, meclisteki koltukların yaklaşık %33’ne ve meclis seçimlerinde kullanılan oyların %33’üne sahipken cumhurbaşkanı adayları sayın Muharrem İNCE ve Meral AKŞENER’in toplam oy oranı yaklaşık %37 idi. İttifaksız bir şekilde seçime giren muhalefet partisi HDP ise koltukların yaklaşık %11’ine ve meclis seçimlerindeki oyların yaklaşık %11’ine sahipken cumhurbaşkanı adayı Selahattin DEMİRTAŞ ise hapiste olmasına rağmen yaklaşık %9 oy almıştır. -Millet ittifakındaki milletvekili sayısı ile cumhurbaşkanı seçimleri arasındaki yaklaşık %4’lük farkın %2’sinin cumhur ittifakından, diğer %2’sinin HDP’den geldiği yorumunu da yapabiliriz. Tüm bunlardan da anlıyoruz ki koalisyonlar yerine ittifaklar siyaset sahnesine çıkmıştır. Çünkü sayın Erdoğan parlamenter sistem devam etseydi de hükümeti rahatlıkla kurabilecekti. Aslında buna şaşırmamak lazım. Seçenek sayısının mecburen iki olduğu seçimler (ABD’deki seçimler veya cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turları gibi.) hariç bu durumun görülmesi tüm demokrasilerde olması gereken ve beklenendir. Üstelik Türkiye; gerek demografisi, gerek siyasetteki köklü geçmişi yüzünden çok sesliliğin ve çok renkliliğin ülkesidir. Ve tek bir siyasi hareketin veya liderin %50+1 oy alması pratikte imkansızdır.


Neredeyse 40 yıldır demokrasiyi bıçaklayan %10’luk seçim barajının %7’ye düşürülmesi tabii ki ideal demokrasiye ulaşmamız için yeterli değil ancak yine de mutlu ve umutluyum. Çünkü önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini kim kazanırsa kazansın mecliste hiçbir parti veya ittifakın salt çoğunlukta olmasını sağlayan nedenlerden birinin etkisi azaltıldı. En iyi ihtimalle İyi Parti’nin CHP’ye veya MHP’nin AKP’ye zorunluluğu kesin anlamda kalmamış oluyor. Çünkü tek başlarına girdikleri senaryoda bile koltukları kendi oylarıyla almış oluyorlar. Artı olarak yeni nesil partiler olan Yeniden Refah, Memleket, Gelecek, DEVA, Zafer gibi partilere oy verirse oyunun yanacağını düşünen seçmenlere de cesaret veriyor Bunlar da yürütmede olmasa bile yasamada biraz bile olsa danışmayı, iş birliğini, müzakereyi getirirken yürütmenin başındaki kişinin yasamadaki temsilcilerinin ittifak ortağı partinin milletvekillerine yapabileceği “Bizim sayemizde meclistesin bizimle aynı yönde oy kullanman gerekiyor.” baskısını ortadan kaldırıyor. Yürütme partisinin yasalarda kafasına göre düzenleme yaparak hem yürütmeyi hem de yasamayı yönetmesinin önünü kapatmış ve meclis komisyonlarının amacı olan müzakereyi yeniden tesis etmiş oluyor. Uzun vadede ise yüksek mahkemelere ve RTÜK gibi önemli kurumlardaki oy çokluğunun salt biçimde yürütmedeki partide veya bir kaç partinin elinde olmasını engelliyor.


Kısacası seçimler sonrasındaki süreçte meclis son zamanlarda olmadığı kadar özgür ve çok sesli olacak. Tıpkı Türkiye gibi…


Unutmamak gerekir ki “Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir.”

-Alfred E. Smith


Sayısal kaynaklar: Vikipedia'nın Türkiye seçimleri hakkındaki sayfaları.