Yürürsün yürürsün de bir yere varamazsın hani...Tek bir ışık bile yoktur ama yola devam edersin. Ben seninle tanıştıktan sonra hep böyle hissettim. Tedirgin, yaralı, kaybolmuş bir serçe gibi...


Senin kalbin tuzaklarla, labirentlerle doluydu. O ilk gün anlamıştım, geldiğim gibi güle oynaya çıkamayacaktım buradan. Eksiltecektin beni, kayıplar verecektim. Her gece hüznü misafir edecektim. Sana geldiğimde zaten yara bere içindeydim ama korkmadım yeni yaralardan.


Dizi oluk oluk kanarken acımadı ki diye kendini kandırmaya çalışan bir kız çocuğuydu kalbinin kapısını çalan... Dizimdeki yarayı saran şefkatine sığındım. Kalbimde daha büyük yaralar açacağını bilmeden.


Yollarında gözüm kapalı yürürken bir baktım dikenlerin kalbime batmış. Öyle ya elini tutunca korkmuyordum hiçbir şeyden, sen yaralanmama izin vermezsin sanmıştım. En derin yaram sen olacakmışsın. Nereden bilirdim?


Canı sıkılınca kuşları vuran çocuklardanmışsın. Yeni açmış çiçeği düşünmeden koparan acımasızlardan... Gücünün yettiği yerde gözünü kırpmayanlardan...


Oysa ben kuşları gökyüzünde, çiçekleri dalında severiz sanmıştım. Ama canımın içi sevgi en çok korumaktır, anlamaktır. Sen kuşları vurup çiçekleri koparıp onları seviyorum desen çocukları bile inandıramazsın. Ben çocuk değilim ama kalbimi paramparça ettiğin halde seviyorum deyişine inanmıştım. İnanmak isteyenler kendini kandırmanın bir yolunu elbet bulur. Başka çarem yoktu. Kalbini evim sanıyordum. İnsan evinden nasıl gider?


Çok direndim, güçlü bahanelerim vardı kalmak için. Ama seviyor, ama öyle demek istemedi, ama sonradan pişman oldu diye diye avunup durdum. Ama'larla gerçeklerden saklanıyordum. Gözlerinde arayıp da göremediğim merhameti elbet bir gün bulacaktım. Öyle de inatçıydım. Oysa ne umut ne inat edecek tek bir şey yoktu elimde.


Fakat insanoğlu gönlünün istediğine olmayan ipuçları bulmakta ustadır. Umut, insanın ayağına takılan taşın kendisidir bazen. Umuda sarılınca zırhını bırakırsın, yani savunmasızsın.


İşte umut etmek beni karşında böyle çaresiz bıraktı. Bu çaresizlik beni evim sandığım yerin kapısında titreyerek sabahlattı. O zaman anladım, her fırsatta kovulduğum yer evim olamazdı. Ben görmediğim sevgiye bile tutunacak kadar iyi niyetliyken bu merhametsizlik sevgiye sığmazdı.


Durdum ve düşündüm. Elimi kalbime koydum, içimde kırılan vazonun gürültüsü koptu, duydum. Saçılan cam parçaları bütün organlarıma battı, umursamadım. Ne de olsa acıya alışkındım. Her gece hayaline sarılıp uyuduğum kızımı çağırdım, "Hadi kızım, gidelim... Burası bizim evimiz değilmiş, hiç olmamış." deyip elini sıkı sıkı tuttum. Kapı zilinden adımı, odalardan sesimi, duvarlardan gölgemi, pencerelerden gözlerimi sildim. Son kez dönüp baktım evim sandığım bu yere...


İstenmediğim yerde adımın tek bir harfini bile bırakmam ben, merak etme. Keşke daha önce söyleseydin fazla geldiğimi, bu kadar rahatsızlık vermezdim. Artık özgürsün, kelimelere sığan içi boş sevgilerle yetinmek zorunda kalacağın bir ömür senindir.


Ben cebimde hayallerimle yarınlara yürüyorum, ardıma dönüp bakmayacağım. Ama senin gözün arkada kalsın. Heba ettiğin bu sevda, yüreğine ömrünce yük olsun. Beni aradığın yollarda kaybolduğunda ışıkları bu kez ben söndüreceğim. İşte o gün evinden kovulmak ne demek anlayacaksın.


e.