Bana gelmiştin. Sonra birlikte, Elif'e gitmiştik. Çay demlemişti bize ki bence çay, bir dostluk sıvısıdır. İçmiştik biz de. Yarın birbirimizi gördüğümüzde vereceğimiz selamın hatrına, yıllar sonra, bir ihtimal, başka başka şehirlerde denk geldiğimizde, yüzümüzde oluşacak tebessümün ve belki de çocuklarımızın arkadaş olabilmeleri hatrına... Sonra eve gelmiştik ve sen, ayakları kırık çekyatımın üzerine kıvrılmıştın hemen. Ben, halının üzerine uzanmış kitap okuyordum, sen, elinde bir şeylerle uğraşıyordun. Sahi, neyle uğraşıyordun? "Bak Umut, kuş yaptım."


Şimdi, kitaplarımın önünde duruyor yaptığın kuş. Günde iki tane hesabıyla içtiğin sigaranın paketiyle yapmıştın kuşu. Neden, nereden aklına gelmişti sigara paketiyle kuş yapmak? Komik miydi bu, gülmeli miydim..? Şimdi bu yamuk yumuk, küçücük kağıt parçasını elime alınca anlıyorum ki komik değil, güzel ve hüzünlü bir şeydi bu... 


Böyle hallerimiz vardı bizim. Olmadık yerde ve olmadık zamanlarda, türlü çeşitli anlamlar üretiyorduk kendi aklımızca. Ben senin kağıttan kuşunu, halının üzerinde bulduğum saçlarının tellerini ve ilk defa telefon numaranı verirken yazdığın kağıdı saklıyordum, sen ise, yerken göğsüme düşürdüğüm ve senin o çok güldüğün kabak çekirdeğini, Muratla sarhoşken çektirdiğimiz o komik fotoğrafı ve bir de hastasın diye getirip sana içirmek istediğim ıhlamuru saklıyordun.


Bu küçücük şeyler galiba, birbirimize aitlik katıyordu. Senin yaptığın kağıttan kuşu kim önemserdi ki benim gibi? Yahut halının üzerindeki saçlarını kim toplayıp da bir kavanozun içine koyardı? Peki ya üç yıldır paketinden çıkarılmayan ıhlamura, çitlenmemiş kabak çekirdeğine ne demeli..? Bunlar bizdik işte. Birbirimizde ürettiğimiz biz. En küçük, en önemsiz şeyde onu, ona duyduğumuz sevgiyi görmek. Ve bu küçücük şeyden, dev gibi bir sevgi üretmek. Evet, kimi zaman, sigara paketiyle yapılmış bir kuş için bir insan, canını ortaya koyabilir. Bu, saçma ya da yanlış değil, kimi vakit, insan olmanın erdemidir.


Sevgisini, sürekli hediyeler alarak gösteren, daha doğrusu, sevgisini gösterdiğini sananları düşünüyorum. Nasıl da farkında değiller, gösterdikleri şeyin sevgi değil, bir tür muhtaçlık olduğunun. "Ne olur benden kopma, bırakma beni, öylesine sevgisizim ki ve sevmeye öylesine uzağım ki, işte böyle, ancak somut ve pahalı nesnelerle görünür kılmaya çalışıyorum. Bunları al. Hepsini ve daha fazlasını da. Ama ne olur, terk etme beni..." Davranışlarıyla böyle söylüyorlar galiba. Ve hediyeler büyüdükçe, sevgi küçülüyor sanki. Ve fiyatı arttıkça, sevgi ucuzluyor.


Hediye alınan insanlar, görünmez zincirlerle, prangalarla karşı tarafın kendisini bağladığını hissediyor sanırım. Hediyeler arttıkça zincirler de artıyor ve bir vakit sonra insan, boğulmaya başlıyor. Çünkü tüm bunların, olası ayrılığı imkânsız hale getirmek için yapıldığını biliyor. İçimizi bir yoklayınca, bir mağazaya girip paramızın yettiğince bir hediye almanın nasıl da kolay olduğunu fark ederiz sanırım. Sevgiyi aşındıran da bu kolaylık olmalı. Ve yine hepimiz, paramız olsa da pahalı hediye almaktan korkuyor olmalıyız. Korkuyoruz, çünkü bunların, aramızdaki ilişkiyi aşındıracağını biliyoruz.


Bizim, anlamlar üretmemiz gerekiyor. Yurdumuzu, doğamızı, insanlarımızı ve birbirimizi severken... Binlerce yaşanmışlığın içinden süzülen, zor ve değerli anlamlar. Çarşı pazarda satılmayan, hiç kimselerin bizden çekip alamayacağı, bakışımıza, ruhumuza, davranışlarımıza sinmiş anlamlar. Bunlar değerli, bunlar çok değerli. Çünkü bir bakıma hepimiz, ürettiğimiz anlamlar kadar insanız.



Umut Ulaş Çelik

17 Ağustos 2023

Gültepe