Hegel’in mutlak tininin kendini özgürce seyretmesinden sanat doğar. Bu bağlamda Hegel felsefesinde incelenen güzelliğin yani estetik felsefesinin konusu mutlak tindir. Hegel, sanat güzelliğini, doğa güzelliğinden üstün tutar. Çünkü ona göre tinin ürünleri doğanın ürünlerinden üstündür. Güzellik sadece bir görünüştür. Bir aldanma veya aldatma olarak görülmemelidir. Bu görünüş bir özün görünüşüdür. “Bu görünüş, yaşam ve dünyanın keyfilik ve rastlantılarının tinselleştirilmesiyle bir realite kazanması anlamına gelir.”[1] Bu yüzden bilimsel olarak incelenmeye değerdir.

 

Hegel’e göre güzel idedir. İde içine aldığı kavramlarla objektif ve geneldir. Yani bir totalitedir. Tüm var olanlar idenin varlığıdır ve bu bakımdan doğrudurlar. Gerçek olan şey idedir. Bu bağlamda güzellik ve hakikat aynı şey midir? Hegel, güzelin idenin duyusal görünüşü olduğunu söyler. İde ile görünüşün uyumudur. Güzellik idesi de bir bütünlüğü gösterir. Bu da Hegel’in üçe ayırdığı özel sanat biçimlerini oluşturur:

 

1) Sembolik Sanat Biçimi: Kendine özgü ifadeyi bulmaya çalışır. Çünkü kendi içinde soyut ve belirsizdir. Kendine özgü görünüşten yoksun olduğundan “doğa, madde ideye egemendir.”[2]

2) Klasik Sanat Biçimi: Burada ide soyutluk ve belirsizliğinden kurtulur. İde ile görünüş arasındaki uyum yeniden kurulur.

3) Romantik Sanat Biçimi: İde kendini mutlak tin olarak kavrar. Dış dünyada kendine bir ifade bulamaz ve maddeye egemen olur. Klasik sanattaki uyum yitirilir.

 

Edebiyat bu üç biçimi de kendinde birleştirir ve bu yüzden Hegel onu en üstün sanat olarak belirlemiştir. Güzel ideası, görünüş ile uyumun yakalandığı klasik dönemde gerçekliğini gösterir. Bu yüzden Hegel’e göre en yetkin olan güzellik, klasik güzelliktir.



Kaynakça;

[1] Tunalı İ., Estetik, İstanbul, Remzi Kitabevi Yay., 1998, s. 151.

[2] Tunalı İ., Estetik, İstanbul, Remzi Kitabevi Yay., 1998, s. 152.




Yazar: Ece Kocaayan