Hegel, ölüm düşüncesinin temelini Tinin Fenomenolojisi'nin pasajlarından birinde ortaya koyar. Bu bakımdan Hegel’deki ölüm kavramı Tinin Fenomenolojisi’nden ayrı okunamaz. Tinin Fenomenolojisi’ndeki tinin evriminde ölüm, önemli bir pay taşır. Hegel, felsefesinin kendinden önceki tüm felsefelerin karşıtı olduğunu düşünür. Hegel’e göre filozofun sadece varlıktan bahsetmesi yeterli değildir. Filozof, hem kendisini hem de varlığı açıklamak, kendisine açıklamak durumundadır. Felsefe sadece doğa felsefesi değil antropoloji de olmalıdır. “İnsansal gerçekliğin temellerini de irdelemek zorundadır.” Hegel, felsefesinin “daireselliğini” diyalektik yöntem yoluyla ortaya koyar.

 

“Varlığın ta kendisinde, olumsuzluğun egemenliği altında olan insan, verilmiş-statik-Varlık değildir, ama Eylemdir ya da kendisini ortaya-koyma ya da kendisini yaratma edimidir. Ve insan ancak, sonucu, kendisine çıkış noktası sağlayan verilmiş-varlığın Olumsuzlanmasıyla “dolayımlanan” bir “diyalektik hareket” olmaklığı dolayısıyla, nesnel-olarak gerçektir. Hakikat, “insanı, sözünü ettiği ve eylemiyle “olumsuzladığı” doğaya karşıt duruma getirmekle başlayan uzun süreli ve etkin bir sürecin sonucudur.” Töz ve öznenin uygunluğu, insanın yaratıcı hareketini tamamlamasıyla gerçekleşir. Bu tamamlanma insanın artık etkin ilerleyememesidir. Hegel, mutlağın, özsel olarak sonuç olduğunu ve hakikatine ancak sonunda vardığını söyler. Asıl hakikat bir bütünselliktir, diyalektik hareketin bütünüdür. Bu bütünsellik sadece töz değil, öznedir de. Fakat özne, diyalektik oluşumunun sonunda öyledir. İnsansal gerçeklik, bu bütünselliğin içinde verili değildir ancak zamanla kendini-yaratma edimini içerir. Bu yaratım verilmişin olumsuzlanmasıyla olur. İnsansal gerçektir diyalektik ve dolayımlanmıştır.

 

Hegel felsefesinde bilim veya sistem diyalektik hareketin bütünselliğinin upuygun dairesel betimlenmesidir. Hegel, varlığın diyalektiği konusunda bütün ileri sürdüklerinin, mutlağın Tin (Geist) olduğunu söylenerek özetlenebileceğini belirtir. Tin; kendi-için, kendinde ve kendinde ve kendi için varlıktır. Doğal dünya, Hegel için tindir. Gerçeği tin olarak incelemek Hegel için insanı ve onun tarihsel dünyasını ele almaktır. Diyalektik, kendini tinsel olarak ortaya koyar.

 

Hegel’in ele aldığı insan Eski Yunanlıların insanı değildir, Musevi-Hristiyan geleneğinin insanıdır. Bu gelenekte insan özce doğadan farklıdır. İnsan, doğaya karşı çıkar ve onu olumsuzlar, bu güce sahiptir. Yani doğanın karşısındadır, ondan bağımsız ve özerktir. İnsan, kendini bir birey olarak yaratır ve aynı zamanda tarihsel bir dünya yaratır.

Hegel, Musevi-Hristiyan geleneğinin Tanrıcı bir gelenek olması noktasından ondan ayrılır. Çünkü bu gelenekte tinsellik kendini ancak “ahiret” de dediğimiz ötedünyada gerçekleştirir. Tin tam anlamıyla Tanrıdır, bu ezeli-ebedi olmasından kaynaklanır. Bu yüzden insan böyle (ezeli-ebedi) olduğu sürece tinseldir ve öyle olduğu için de ölümsüzdür. Bu bakımdan insan doğal dünyayı aşar çünkü aşkın bir dünyada da yaşar. Ölümsüz ruh söylemiyle aşkın dünya kabul edilir. Ezeli-ebedi dünya insansal değildir, Tanrıdır ve insan ölümden sonra Tanrıya ulaştığında tinselliğini ortaya koyabilir.

 

Hegel’de ise tinsel varlık, zamansal ve sonludur. Bu zorunlu bir zamansallık ve sonluluktur. Hegel için Hristiyanlığın bu fikri sorunludur, çünkü yaratıcı varlık, tarihsel ve tinsel olarak konumlandırıldığından sınırlı yani özce ölümlü olmalıdır. Bu bakımdan bu Musevi-Hristiyan düşünce çelişkilidir.

 

İnsanın tarihsel ve özgür bir birey olabilmesi, sonlu ve bu sonluluğun bilincinde olmasıyla mümkündür. Bu yüzden Hegel, ölümden sonra var olmayı reddeder. İnsan doğal dünyanın dışında bir hiçti. Bu inkar, Tanrı’nın varlığının da bir inkarıydı. Dünyadaki insan dışında tin yoktu. Tanrı da insanın bir söylemi olarak vardı sadece. Hegel, bu düşüncelerinden bahsettiği pasajda tinin “bilim” olduğunu dile getirir.

 

“Bir tarihsel özgür birey olarak insanı betimlemek, onu ontolojik düzeyde kendisinde ve kendisiyle “Sonlu” olarak betimlemek; metafizik düzeyde, “dünyasal” ya da mekansal ya da zamansal olarak betimlemek ve fenomenolojik düzeyde “ölümlü” olarak betimlemek demektir.” Yani insan kendi ölümünün bilincindedir hatta bu kimi zaman onun kendi tercihi olabilmektedir. Hegel’in diyalektik felsefesi de bu bakımdan aynı zamanda bir ölüm felsefesidir. Felsefesinde ölüm kavramının yerinin Tinin Fenomenolojisi’nde dile getirir. ”Mutlak” felsefeyi ölüm kavramından yola çıkarak işlemiştir.

 

Anlayışgücünün mutlak kuvvetinden ve gücünden Hegel, insandaki soyutlama gücünü kastediyor. Bir şeyi, gerçek dünyada yer edinen bir şeyi, insan düşüncesinde tek başına ya da bir şeyin yanında konumlandırabilir. Düşüncenin bu gücü “mutlaktır”. Bir antitenin kavramı yaratılır ve onun hic et nuncundan sıyırabiliriz. Bu sıyrılmış olan, kavram olan şey, bu şeyin kendisidir. Kavram gönderimde bulunduğu somut şeyden farklı değildir. Anlayışgücünün bu mutlak gücü, özü dayanağından ayırabilir ama bu öz, zaman ve mekanın dışında bir yere aktarılmaz. Öz, bu sıyrılmayla “anlam” haline gelir. Ama bu anlam her zaman bu dünyada verilen bir şeyin anlamıdır. Kavram, anlam taşıyan bir sözcüktür. Anlayışgücünün mutlak gücü bu ayırma işlemini, şeyin dayanağına “anlam olarak yeniden bağlamak için ayırır.” Bu sıyrılma işlemi doğada kendiliğinden gerçekleşmez. Anlayışgücünün etkinliğinin sonucudur. Yani “mutlak güce” sahip bir “kuvveti” gerektirir. Anlayışgücünün mutlak gücüyle, öz bir sözcükte kavranır. Yani öz ile dayanağı arasında “doğal” bir bağıntıdan söz edemeyiz. Kojeve’in kitabında bu “mekansal-zamansal ve de fonetik gerçekler olarak aralarında hiçbir ortak nokta bulunmayan rastgele sözcüklerin (örneğin, çeşitli dillerde “köpek” anlamına helen, ahien, dog, Hund vb.) hiçbiri, bir ve tek ve aynı anlamı taşıyarak, bir tek ve aynı özün dayanakları (taşıyıcıları) olamayacaklardı” şeklinde ifade ediliyor.

 

Hegel’e göre anlayışgücü ve söylem “olumsuzluk”la meydana gelir. İnsan Hegel’de, “olusmuz-ya-da-olumsuzlayıcı-antitedir.” “İnsan olumsuzluk olarak kavrandığında özgül insallığı içinde kavranmış olur”. Olumsuzluk, varlığın sonluluğudur. Anlayışgücü, ölümü kabullenmeyi gerekli kılar. Çünkü sonluluktan doğar, “kendisinin bilincinde olan söylemdir.” İnsan kendisinin bilincini sonluluğun bilincine vararak edinir.

 

İnsan doğayı mücadelesiyle olumsuzlar. Kendini de dönüşüme uğratan yine insanın kendisidir. Ölümünün bilincinde olduğu ölçüde insansal varlık kendini olumsuzlar yani diyalektiktir. Ancak ölümünün bilincine erişerek kendinin bilincinde olur. İnsan ancak bunun bilincinde tarihselliğini, özgürlüğünü, bireyselliğini ileri sürebilir. İnsan ölümsüz olmasaydı kendini olumsuzlayamazdı. “Ölüm olmaksızın özgürlük yoktur.” Özgürlük, insanın iradi olarak ölümlü olmasıyla ortaya çıkar. Verilmiş bir koşuldan ancak ölümle kurtulunabilir. Ve ancak özgürlüğün olduğu yerde bir tarihsellik olabilir. Tarih de tek başına ölümü önkoşul olarak kılar. Çünkü “çocukların hayatı, anababaların ölümünü zorunlu olarak içerir.” Çocuklarını eğiten ebeveynlerin yaptığı şey kendi insanlar ölümlerini hazırlamalarıdır.

 

Hegel’e göre insansal bireysellik de ölümle koşullanmıştır. Ancak özgür olununca bireysel olunabilir ve ölümlü olmadan özgür olunamaz. “Birey, tikel ile tümelin sentezidir.” Bu insansal bireysellik anca devlette ve devletle kendini ortaya koyar. Çünkü tikeli tümel olarak tanıyan devlettir. Devlette ve devlet için yapılanların doruğu hayatı tehlikeye atmaktır. Bunu yapmayan insan devlet tarafından tümel olarak bilinip-tanınmaz. “İnsan ölebildiği için bir birey olabilir.” Yani ölüm, insanın tümelliğinin de bir koşuludur. İnsan kendini insansal olarak göstermek için hayatını tehlikeye atmak durumundadır.

 

“Hegel’e göre insan, insansal varlığını, hayatı tehlikeye atmanın bile isteye kabullenmesiyle (efendi) ya da ölümün bilinçli olarak ortaya çıkmasının doğurduğu boğuntuyu kabullenmesiyle (köle), olumsuzluğun gücünün ortaya çıktı mücadelede yaratır.” Efendi-Köle Diyalektiği, bu bağlamda irdelenebilecek en önemli konulardan biridir. Efendi çalışmaz ve bu yüzden de Doğayı olumsuzlamaz. Köle, çalışıp verdiği emekle kendini insansallaştırır. Bununla kendini dönüşüme uğratır. “Her ne olursa olsun, Hegel’e göre, insansal değişip-oluşmanın son amacı, Efendinin savaşçı varoluşu ile Kölenin emekçi hayatının sentezidir.” İnsanı doyuma ulaştıran ve tarihi sona erdiren şey savaştır. İnsan, hayatını tehlikeye atmayı ve ölümlülüğünü kabul ettiğinde yetkinleşir.

 

Hegel’e göre insansal bireysellik de ölümle koşullanmıştır. Ancak özgür olununca bireysel olunabilir ve ölümlü olmadan özgür olunamaz. “Birey, tikel ile tümelin sentezidir.” Bu insansal bireysellik anca devlette ve devletle kendini ortaya koyar. Çünkü tikeli tümel olarak tanıyan devlettir. Devlette ve devlet için yapılanların doruğu hayatı tehlikeye atmaktır. Bunu yapmayan insan devlet tarafından tümel olarak bilinip-tanınmaz. “İnsan ölebildiği için bir birey olabilir.” Yani ölüm, insanın tümelliğinin de bir koşuludur. İnsan kendini insansal olarak göstermek için hayatını tehlikeye atmak durumundadır.

 

Bilinç, özü gereği başkası tarafından bilinip-tanınmalıdır. “Ama bütünselliğimin, bir tikelin [bütünselliği] olarak başka [öteki] bilinçte bu kendi-için-var-olan bütünselliğin ta kendisi olması, [yani] bilinip-tanınması ve saygı uyandırması gerçeğini, -evet bunu, başkasının benim bütünselliğim karşısındaki davranışının (Handelns) belirtilerinden bilebilirim ancak ve nitekim, başkası da bana, aynı zamanda, benim ona göründüğüm gibi bir bütünsellik olarak görünmelidir [karşı çıkmalıdır].” Her tikel ötekinin ölümünü zorunlu olarak amaç edinmelidir. Kendimi, ötekinin ölümünü amaç edindiğim ölçüde tanırım. Bu amaçla hayatımı tehlikeye atarım. Başkasının insansal bireyselliğini, öyle olup olmadığını, onu ölüme gitmeye zorlamadan öğrenemem. Ve kimse de ölümü göze almadan bütünselliğini kanıtlayamaz. Eğer ölüm karşısında kişi duraklarsa karşısındakinin (ötekinin) kölesi haline gelir. Kendisini bütünsellik olarak kanıtlayamaz ve ötekini de bütünsellik olarak bilip-tanıyamaz. Yani çelişkili olarak; bilinip-tanınma ötekinin ölümünü ve kendisinin ölümünü zorunlu kılar. Demek ki ölüm insanın kendisidir, “insanın kendi öz ölümüdür.” Doğal ölümün tersine bu ölüm iradi ve kendinin bilincinde bir ölümdür. İnsanın, insansal olan bütün var oluşu intihardır. “Kendini tehlikeye attığı ölçüde intihardır.”

 

Hegel, insanın kendini ancak bu mücadeleyle yaratabildiğini söyler. Bu mücadelede önemli olan kendini ölüm tehlikesine atmaktır. Bu insansal gerçekliktir. Hegel, hayatını tehlikeye atmış ve ölümden kurtulmuş kişinin insansal olarak yaşayabileceğini söyler. Bu mücadelede insan yaşayabilmek için hayatta kalmalıdır. Öteki tarafından bilinip-tanındığı ölçüde insansal olduğundan, hasmı da ölümden kurtulmalıdır. Yani bu mücadele ölüm olmadan sonlanmalıdır. Bu da birinin boyun eğmesiyle yani köleleşmesiyle mümkündür. Fakat köle insansal varlık değildir ve bu yüzden bilip-tanıması da insansal değildir. Bundan dolayı ortaya bir paradoks çıkmaktadır. Hegel, köleliğin insansallığını kabul ederek bundan sıyrılır.

 

Efendi, hayatını tehlikeye atarak ve köle tarafından bilinip-tanınarak insansallaşır. Köle ise mücadelede ölümün boğuntusunu duyarak özsel sonluluğunun bilincini edinerek insansallaşır. Kendini köle olarak gerçekleştirir. “Her ikisi de, kendi ölümleriyle yüz yüze gelmiş oldukları için özgül olarak insansaldırlar.” Köle çalışıp verdiği emekle dünyayı çekip çeviren, tarihin seyrini değiştirendir. Bunu yaparken ölümün bilincindedir. İnsansallığın temelini de bu ölüm bilinci oluşturur.

 

Hegel, Hristiyanlığın söylediklerini Tanrıya değil, dünyadaki insana uygulamıştır. Gerçek nesne tarihsel insandır. “Dindar, Tanrıdan söz ettiğini sandığı zaman, aslında kendisinden söz ettiğini bilmeyen insandır.”




KAYNAKÇA

- Kojeve, A. (2020). Hegel Felsefesine Giriş. Çev.: Selahattin Hilav, Yapı Kredi Yay., İstanbul.

- Hegel. (2011). Tinin Görüngübilimi. Çev.: Aziz Yardımlı. İdea Yay. İstanbul. 





Yazar: Ece Kocaayan