İnsanoğlu dünyaya ayak bastığı günden beri, kaos hâkim. O günlerde de bu günlerde de muhakkak savaşacak bir bahane bulmuştur insanoğlu. İlk sahnede Saraybosna’dayız. Silahların gölgesinde, masum insanların çırpınışları ile karşılaşıyoruz. Sabiha, -asıl karakterimiz Emina’nın yengesi- eşini kaybediyor. Daha sonra çocuğuyla bir başına kalınca çareyi geri dönmekte buluyor. Bu sırada, Saraybosna’dan kaçış planları yapan Emina ve Jasmin’in kapısına geliyor. Satıç, burada yüreklerimizi burkan bir sahneyle baş başa bırakıyor bizi: Sabiha, çocuğunun üzerine siper olmuştur. Çocuk, hem öksüz hem yetim kalmıştır artık. Tutunacak tek dalı halasıdır. Emina ve Jasmin, hocalarının yardımıyla Saraybosna’dan kaçmak isterler ama Jasmin, hocasını ikna etmek zorundadır. Satıç, insanların yaşamak için her şeyinden feda edebileceğini gösteriyor bizlere. Yüreğimiz daralarak okuyoruz bu cümleleri.
Artık Dubrovnik’te yeni ve zorlu bir hayat onlar beklemektedir. Savaş, binlerce kişiyi olduğu gibi onları da yalnız bırakmıştır. Kitabın, özellikle ilk sayfaları, savaşın berbat yüzüyle karşılaştırıyor bizi. Kahramanlarımız kaçınca güzel bir hayatları olsun diye umut ediyoruz. Biz de artık onların yanında dördüncü kişiyiz. Kitabın içine elimizi uzatıp tutmak istiyoruz ama olmuyor. Böyle düşünürken “İyi insanlar hâlâ varmış.” dedirten babacan tavrıyla Quinn karşımıza çıkıyor. Kızlarımızın garsonluk yaptığı yere gelen, Yunanistan’da nüfuz sahibi, bar işletmecisi babacan patronumuz, onları bu bataktan kurtarıyor. Tam burada aklımıza şu soru düşüyor: “Quinn, neden bu kızlar?” Bu soruyu kendisine sorma şansımız olsaydı muhtemelen şöyle bir cevap alırdık: “Beni onlara çeken adını koyamadığım bir şey var.” Tabii ki yazarımız kafamıza çaktığı bu çiviyi kitabın sonuna kadar çıkarmamayı tercih ediyor.
Yunanistan’dayız. Emina, muhasebe işlerine bakıyor. Jasmin, “Matmazzel Z” ismiyle sahne almaya başlıyor. Kısa sürede çok sevilen ve ilgi gören biri hâline geliyor. İlgisini çekenler arasında Savunma Bakanı Kostas’da vardır. Kostas, bu ilişkiyi bir nevi takıntı hâline getirir. Matmazel Z’nin bu ilişkisi ise Türk istihbaratçı Mustafa Çınar’ın daha çok ilgisini çeker. Çınar, elçilik görevinin arkasına saklanmış bir ajandır. Aramızın sürekli gergin olduğu Yunanistan’ın ülkemiz üzerindeki planlarını bozmaktır amacı. Bunun için de Matmazel Z, tam biçilmiş kaftan olarak karşımıza çıkıyor. Çınar, Matmazel Z’ye herkesten farklı çiçek göndermeye başlıyor. Kır Çiçekleri. Yazar, Matmazel Z’nin olduğu kadar bizim de dikkatimizi Mustafa Çınar’a vermemizi sağlıyor. O farklı çiçekler gelince anlıyoruz ki kısa sürede bir şeyler olacak. Hem tarihi hem polisiye roman olduğu için tempo pek düşmüyor. Sürekli bir gerilimle karşılaşıyoruz. Jasmin, bu çiçeklerin sahibini tanımak istiyor. Ve bundan sonra maceramız boyut değiştirerek devam ediyor. Artık Mustafa, Jasmin’in en yakınındadır ama büyük bir problem vardır elbette: Aşk! Çınar, Kostas’ı, Jasmin ile olan ilişkisinden yararlanıp saf dışında bırakmak ister. Jasmin, bu niyetini öğrense de ona yardımcı olmayı kendisi kabul eder. Çünkü savaş mağdurudur. Çünkü vatanını terk etmek zorunda kalmıştır. Çünkü ailesini kaybetmiştir. Eğer kendisi böyle bir felaketi engelleyebilecekse, taşına altına gövdesiyle girmeye hazırdır.
Nihayetinde Mustafa Çınar görevini başarıyla tamamlamıştır. Quinn, Jasmin’in böyle bir olaya müdahil olmasına sinirlenir ve onu kovar. Jasmin, tekrardan Saraybosna’ya döner. Tıp Fakültesine devam eder. Çınar, onun izini bulur; kendini affettirir. Daha sonra Quinn, yıllar önce kazada kaybolan ne ölüsünü ne dirisini bulabildiği kızının izini tekrardan sürmek ister. Satıç, artık kafamızdaki çiviyi iyice kurcalıyordur: “Yoksa?”