Bir öykü ılıklığında düştün ruhuma: Leyla! Kapatınca gözlerimi arkasında kalan benli dünyamda sakin ve usul usul kıpraşan düşler devşirdim senli. Bir sarmaşık oldun çıktın ruhumun derinliklerinden. İyice sardın; beni, ruhumu, ruhumda izini saklayan sırrımı, yani seni.
Sadece Leyla! Pır pır ötüyordu ruhum senli. Sağanakta cıvıldayan bir kuşun kanadındaki sızı gibiydi ruhumun hissettikleri, pır pır! Sarmaşık sarmıştı iyice de kimseler fark edemedi dışarıdan eridiğimi. Hani bazı bazı sarmaşığın dolandığı bir ağaç gibi hissetmiştim kendimi. Bazen de aşk gibi. Sarmaşık bendeki aşktı: Leyla! Usulca kuruldun ruhuma. Bir denge halinde süzüldün göz kapaklarımdan içeri. Bir öykü gibi girdin benliğime. Ilık bir öykünün şavkında titreyen kelimelerin sıcaklığı dengindeydi hissedişlerim. Leyla! Söylemedin bir öyküye giriş yaptığını ruhumda.
Sahi sen sonbaharları sevdiğini dillendirir dururdun kimi an. Cemal'im Süreya denli kelimeler süzerdin alev rengi dudaklarından. Sonbahar ki, "sanattır" derdin. Yaprakların boşlukta özgürlüğe uçtuğunu zannettiği, fakat bir süre sonra kocaman bir yok oluşla karşı karşıya kaldıklarını fark ettikleri, kısa, ömür gibi bir özgürlük. Sen de ruhuma usulca tıpkı ömür kadar bir özgürlük gibi sokuldun Leyla! Sardın beni hissedebildiğim bir sıkılıkta. Kapatıp da gözlerimi, çekilince ruhuma ve alınca usuldan derin bir nefes, dinlemeye koyuluyorum seni.
Leyla! Zümrüt rengi bir berjerde bacak bacak üstüne atıyorsun usuldan. Ellerinin en yumuşak uçları çenene usulca dokunmuş. Gözlerin ki Leyla, (bak yine tutuldum bahsederken gözlerinden) en nadide rayihaların toplaştığı bir gülşenden alınmış da ilmek ilmek işlenip peteklerden dudaklara kendinden geçmiş bir tılsım halinde değmiş gibi. Baldı gözlerin: Leyla! Bütün efsunu saklayan bir bal.
Bir öykü tasarlıyordun ruhumda. Sarmaşığın dalları sarıp da içten içe çürüttüğü gibi sen de ruhumu sarıyordun öykünle. Çürüyordum usul usul. Leyla! Aşktın sen. Bir an gözlerin düşlerinden sıyrılıp da gözlerime değiyor Leyla! Gözlerimden yaşlar süzülüyor içeriye. Sonra aktıkça içime içime yaşlar giderek koyulaşıyor da kıpkızıl bir kana dönüşüyor. Yani Leyla, yani değince gözlerin gözlerime, içim kan ağlıyor. Bazen öyle anlarımda titremekten bile imtina ediyorum. Ürperti ürperti nemleniyorum. Leyla! Açmak istemiyorum gözlerimi. Düşlerimdeki sen bir an sahici bir karanlığa dönüşüverir biliyorum. Leyla! Açmıyorum gözlerimi. Haz, gerçek kimliğini benden istiyor. Hissediyorum ne olduğunu hazzın. Bütün benliğimde görünüyor haz. Sonra aynı anda hiçbir yerde görünmüyor. Saklıyorum onu.
Leyla! Usulca tutuyorsun fincanı kırılgan parmaklarınla. Zarafet bir çiğ tanesi olup düşüyor gözlerimden. Leyla, bana sorma dünyalık meseleleri. Sorma. Konuşamıyorum. Dilim konuşunca kaçacak gibi içine. Ya da tılsımını kaybedecek gibisin ben konuşunca. Leyla! Öykün tükeniyor biliyorum. Tıpkı sarı fincanından buhar olup burnuma burnuma dokunan ılımaya yüz tutmuş kahven gibi. Leyla! Ben de öykün gibiyim. Ilımaya yüz tutmuş kahven gibiyim. Leyla! Tükeniyorum kendi kendime; seni farkında dahi olmayarak kaçırdığımın. Dilim çapraşık cümleler kurmaya başlıyor içi sen dolu. Korkuyorum yeniden. Açılıyor usulca gözlerim sensiz bir karanlığa. Leyla! Gün ağdığında yeniden yeniden bekliyorum seni. Her daim Leyla.