Öğretmeni öğrencisinin geldiğini, kendisini beklediğini neredeyse unutuyordu. Hemen toparlandı.

“Derslerin nasıl gidiyor?” diye sordu. “Ne zamandır görüşemedik.”

Kadın başını kaldırıp derin bir nefes aldı.

“İyi gidiyor gibi gözüküyor. Biliyorum, ‘gibi’ dememem gerekiyordu. Öyle cümleleri kabul etmediğinizi iyi biliyorum. Sınav beni biraz korkutuyor. Gergin bir dönemdeyim,” dedi.

Öğretmeni tekrar belgelerden başını kaldırdı. Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Öğrencisine dikkatle baktı.

“Hâlâ aynı iş yerinde mi çalışıyorsun?” dedi sakince.

“Evet. Kuryelik insanı epey yoruyor. Bayram yaklaştığı için çok fazla sipariş var.”

Öğretmenin kendisini ne için çağırdı merak ediyordu.

“Bayramda ne yapacaksın peki,” diyerek merakını daha da arttırdı.

 “Evde oluruz sanıyorum hocam. Belirli bir planımız yok.”

“Yorgun görünüyorsun. Aslında seni bir iş için çağırmıştım. Güvenebileceğim birini arıyordum.” Gözlüğünü çıkardı, gözlerini ovuşturdu. Biraz kızardı. Öğretmeni utanıyor muydu? “Kabul etmen halinde güzel ücret alacaksın. Zamanını çalmaktan korktuğum için ne zaman istersen başlayabilirsin. Ama işi savsaklamanı istemiyorum,” dedikten sonra çekmecesinden bir tomar kâğıt çıkardı. İçi boşaltılmış bir de defter bıraktı masaya. “Ali yıllardır bitirmeye çalıştığım bir kurguyu mahvetti. Zaten fazla uzun olmuştu. Senden bu paçavrayı adam etmeni istiyorum,” dedi, solundaki boş koltuğa bakarak.

Kadın iyiden iyi merak etti. Güldü. “Küçük Ali iyi mi peki?” dedi.

“Evet, gayet de iyidir kendileri. Ama benim için aynı şey söylenemez. Ali’yi şımarttığı için kızıma, kızımı şımarttığım için de kendime kızgınım. Neyse, ne diyordum evladım? Ha, bunun temize çekilmesi lazım geliyordu iyiden iyiye.” Cevap bekler gibi öğrencisine baktı.

“Açıkçası çok ilgimi çekti,” dedi kadın. Yüksek lisansını düşündü. Yapması gereken sunumu, girmesi gereken sınavı ve çilesini çekmesi gereken patronu vardı. Bir evi, rahatı ve sevgilisi de vardı. “Sandığınızdan fazla zamanımı alırsa bilin ki elimden geleni yapmak istediğim içindir.”

“Merak etme yavrum. Bunu göze almasam seni çağırmazdım. Bu arada bilgisayarın var mıydı? Belki temin edebiliriz.”

“Henüz alamadık hocam. Burslar kesildiğinden beri daha masasını bile temin edemedik. Ancak bir daktilom var,” dedi.

“Harika! Çok sevindim!” dedi giderek azalan bir ilgiyle. Kadın sinyali aldı ve hemen ayağa kalktı.

“Derse girmeliyim hocam. Tekrar görüşmek üzere,” deyip çıktı.

           Sınıfa girdiğinde öğretmenine geç kalma nedenini anlattıktan sonra yerine oturdu. Sunum yapan arkadaşını izlerken kendi sunumu için şimdiden ter döküyordu. İşi almanın sırası mıydı? Üç beş sayfa yazmak için akademik kariyerinden vaz mı geçecekti? Can kesinlikle hoşnut kalmayacaktı.

           Bayramın ilk iki gününü dinlenerek ve gezerek geçirdiler. Zaten elini öpecekleri kişi sayısı bir elin parmağını geçmezdi. Can, “Yazma işi” hakkında pek bir şey söylemese de hoşlanmadığı belliydi. Mezun olduktan sonra birkaç yerde çalışmayı denemiş sonunda da kendi şirketini kurmuştu. Bu, uzun süre az gelir –belki de zarar- demekti. Olabildiği kadar kendi kemerini sıkıyor, şirketin acemi yüzünü evine çevirmiyordu. Kadın ise bu gayretine aldırış etmiyordu. Ne kadar gizli arkasını toplarsa o kadar mutlu olacaklarını düşünüyordu. Ancak yüksek lisans, iş, ev derken canını en çok yakan aileleri oluyordu. İki aile de anlaşamıyordu. Eliyle düşüncelerini kovaladı. Sunumunu hazırlamıştı. Sınav dev bir canavar gibi arkasında dikiliyordu. Yine de henüz tatili bitmemişken öğretmeninin neler yazdığına bakmak istedi. 

           Önce yırtılan sayfaları birleştirerek işe başladı. Şanslıydı çünkü öğretmeni bir ajandaya not almıştı. Yırtılmış olanları bantladı, aylarına göre ayırdı ve dosyalamaya girişti. Yeni doğan güneş ışıkları sayfalara yansıyordu. Dizlerinin üzerine oturmuş ipucu yakalamaya çalışan polisiye karakteri gibi dikkatle bakıyordu sayfalara. Burada işini bitirince daktilosu, dosyaları ve boş kâğıtlarla balkona geçti. Yavaş yavaş yazmaya başladı. Sayfalar oldukça eskiydi. Ajanda da on yıl öncesini gösteriyordu. Yer yer mürekkepler silinmişti. Bazı sayfalarda kahve hatta yemek lekeleri vardı. Öğretmeni için değerli bir şeye benziyordu. Heyecanla elini tuşlara doğru hizaladı ve yazmaya başladı. İlk üç sayfadan sonra bırakıp okumaya başladı. Yaşamın özünü ya da etik felsefesini anlatan, genellikle karamsar denemeler olduğunu var saymıştı. Şimdi önünde güzel bir öykü vardı. Çayı hazırladı.

Sabah serinliğinde keyfine bakıyordu ki Can uyandı. Yanına gelip sarıldı. “Bakıyorum da tembellik ediyorsunuz hanımefendi,” dedi sırıtarak. Masaya göz attı, iki kraker alıp ağzına attı.

“Bunun ne olduğunu bilmiyorsun!” dedi kadın şaşkın ses tonuyla.

“Neymiş? Öğretmeniniz gelecek nesillere neler yazmış acaba? İletişimsizliği mi?”

“Can, bunları seni dersinden bıraktığı için söylüyorsun.”

“Elbette o yüzden söylüyorum hayatım. O adamın senden başka bir öğrenci ile iletişim kurduğunu görmedim. Öğrencilerine değil kalabalığa konuşan bir adam. Öğrencilerinin öğrenimine katkı sağladığını sanmıyorum,” dedi.

“Haklısın ama güzel ders anlatır. Yeteri kadar derste bulunsan fark ederdin.”

“Her neyse bu adamın dersleri benim için kâbus olmaya hep devam edecek!”

“Peki, sana bu adamın kendi gençliğini yazmış olduğunu ve bizim gördüğümüzden farklı olduğunu söylesem?”

“Nasıl farklı?”

“Yani, utangaç ve içine kapanık biri! Burada yazılan olaylar ve onun yaşamı örtüşüyor. Kendini gizleyecek kadar iyi bir yazar değil.”

           Konuşmayı burada bırakmak en mantıklısıydı. Hızla yenilen kahvaltının ardından Can’ı işe uğurladı, kendisi de işinin başına döndü. Bütün eseri hızla okudu. Öğle saati geldiğinde dışarı çıkıp bir şeyler atıştırdı ve kütüphanenin yolunu tuttu. Öncelikle öğretmeninin ne zaman okula başladığını, ne zaman bitirdiğini kabaca hesapladı. O döneme ait haberlere göz attı ve aradığını buldu!

           Kadın sunumunu beklediğinden daha iyi anlattığında kuş gibi hafifledi. Sınıfın atmosferi ferahtı son sözlerini söylediğinde. Beğenmiş olmalıydılar. Her ne kadar kuğu gölü balesinde dans eder gibi yürüse de sınavın baskısı devam ediyordu. Tek dileği sorunsuz bir şekilde yüksek lisansı bitirmekti. Gerginlik insanı yoruyordu, hayır, yontuyordu.

O akşam kendini pek de yakından tanımadığı üç kadınla beraber kahve içerken buldu. “Dikimevinde işler o kadar yoğun mu?” diye sordu masadakilerden biri. “Evet. Gözlerimle görmesem inanmazdım ben de. Müşterilerin provaya gelmemesi de cabası. Ayaklarına kadar çağırıyorlar beğenmezlerse benim başıma patlıyor kabak,” diye dert yandı. Hizmet sektörünün kölelikle bağlantısı hakkında da bir makale yazmayı düşündü. Bir sürü şey yazılmıştı bir tane de kendisi ekleyebilirdi. Can ve üç arkadaşı o geceki derbiyi izlemek için bir araya gelmişti. Ev sahipleri yeni evliydi. Yazılı olmayan ev görme kuralını da aradan çıkarmak için de iyi bir fırsattı. Üç bekâr kadın ve yeni evli ev sahibi en ince ayrıntısına kadar örülmüş mutfakta kaynaşmaya çalışıyordu.

“Siz ne zaman evlenmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordu sırasını devretmiş olan. Diğer ikisi henüz evlilik teklifi almamıştı. Bocaladılar.

“Bizimki pek yakın görünmüyor,” dedi kadın.

“Ama evlenme teklifi aldın değil mi?” dedi biri.

“Baksana pırlantası yok,” dedi diğeri.

“Yani biz evlenmeyi hep konuştuk. Teklifi veya sürprizi çoktan geçtik sanırım,” dedi. Sıradan bir nikâh ile ertesi günkü yaşamına devam etmek istiyordu. Aileleri düşününce yine gerildi.

“E birlikte yaşamıyor musunuz zaten? Tek yapmanız gereken bir düğün,” dedi evli olan.

“Senin tuzun kuru tabi,” dedi kadın içinden. “Her şey hallolunca insan nasıl da tasasız yaşıyor.” Öğretmeninin yazdığı bu cümleyi hatırlayınca evine gitme isteği duydu. Bulunduğu ortam iyiden iyiye batıyordu hislerine.

           O sırada devre arasına girince derbi beyler mutfağa partnerlerinin yanına geldiler. “Eve gidebilir miyim? Bu seni rahatsız eder mi?” dedi Can’a. Gözleri buluştu. “Seni bırakmamı ister misin?” diye cevap verdi. “Dert etme. Gerçi hava yürümek için mükemmel,” dedi. Can bozulduğunu belli etmemeye çalıştı. Kadın da tanımadığı insanların içinde onu öyle bırakınca tuhaf hissetti. Pişmanlık duymadan ılık akşamın tadına vararak evine gitti.

           Eve geldiğinde hemen işe koyuldu. Balkonda yerini ayarladı. Karşısında hilal arz-ı endam ederken yazmaya başladı. Kurguyu okumuş, düzenlemeleri yapmış ve çoğunu da yazıya geçirmişti. Sınavdan önce yetişmesini istiyordu. Öğretmeni belki kendisi hakkında güzel yorum yapar ya da direkt onu önerirdi yönetime. Böylesi daha çok işine gelirdi. Bu düşünceyi utanç verici bulsa da içten içe gerçek olmasını diliyordu.

           Tüm yazıyı bitirdiğinde Can elinde dondurma ile geldi. Maçtan sonra o da çok kalamamıştı. “Başta beni bıraktığın için kızdım ama diğerlerinin nasıl sıkıldığını gördüm. Nuray neredeyse bizi kovmaya çalıştı. Bir daha o eve adımımı atmam!” dedi.

“Hızlı karar veriyorsun yine. Bu arada yazıyı bitirdim. Yakında bir ödeme alacağım Bay CEO. Belki şirketinizden biraz hisse alırım. Ne diyorsun?”

“Aptalsın diyorum. Paranı boşuna harcamaman gerek. Zaten bu saçma şey için sınavına çalışmıyorsun. Düşündükçe deli ediyor beni.”

“Can, sınavın dağ gibi yükü varken bu şeyin beni nasıl ferahlattığını biliyor musun? İşe gitmek zulüm, evde ders çalışıyorum. Ayrıca hoca ücretin iyi olacağını söyledi. Belki bir günlüğüne bir yerlere kaçarız. Öyle çok istiyorum ki!”

“O adamın vereceği para ile iyi bir yerde yemek yiyebilirsen dua et.” Kadın bir süre suratını astı. Can kabalığı için özür diledi. Kadın bir şey açıklaması gerektiğini söyledi.

“Geçenlerde bunları ilk yazmaya başladığımda anında hepsini okudum. Etkilendim. Dediğim gibi bizim hoca öyle çok da iyi bir yazar değil. Kurgusu ile gerçeği karıştırmış. Birçok yerde açık vermiş. Böylece dönemi hesaplayabildim. Okuduğu okula kadar baktım. Öyküde Neşe adında opera sanatçısına âşık olduğunu yazmış. Utangaç ve içine kapanık olmasından dolayı Neşe’yi görmek için abuk sabuk işlere kalkışmış. Kadın onu fark edip görüşmeye başladıklarında da Neşe sadece flört etmekle yetinmiş. Adam deli gibi âşıkken karşılık göremediğinden dolayı üzülmüş. Uyumsuzlukları düşünüp onunla görüşmeme kararı alsa da randevusuna yine de saatine vaktinde gitmiş. Bu kısmın ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum elbette. Son bir kez doya doya vakit geçirdikten sonra evine bırakmış Neşe’yi. Giderken bunun son görüşmeleri olduğunu söylemiş. Neşe şaşırmış ve dolayısıyla kızmış. Sokak ortasında bağırmış falan.”

“Heyecanı düşük bir aşk hikâyesi. Ondan beklendiği gibi.”

“Nedeni de onu sevmemesi falan değil. Sıradan bir öğrenciyle ünlü bir sanatçıyı denk görmüyor. ‘Toplumun iki farklı elemanı’ demiş buna da. Canımı çok sıktı son bir kez Neşe’yle aşk yaşayıp ‘Hadi ben gidiyorum,’ demesi! Kimse bunu hak etmez!”

“Belki yalandır. Sonuçta kendisi olduğunu dahi bilemeyiz. Belki hiç tanışamamıştır.”

“Evet, bir ihtimal… Gerçek olan bir şey var ki o da Neşe’nin bir hafta sonra çıkan bir yangında vefat etmesi. Bunu da araştırdım ve gerçek. Haberlerde Ayça Şimşek adında bir sahne sanatçısının evi kundaklandığı ve kadının öldüğü yazıyor. Çok korkunç bir ölüm.”

“Bütün bunları gerçekten araştırdın mı?”

“Maalesef. Ben bu yaşananların gerçeğe yakın olduğunu düşünüyorum. Ayça Şimşek öldüğünde gazete bir öğrenci ile bağlantısı olduğunu da yazmış. Bütün bunların ne yararı var bilmiyorum ama araştırıp öğrenmezsem çatlardım. Saygı duyduğum bir adamın böyle bir şey yazmış -belki de yaşamış- olması beni şaşırttı.”

           Ertesi gün öğretmeninin yanına gidip dosyasını teslim etti. Öğretmeni kısa sürede bitirmiş olmasına şaşmıştı.

“Yavrum ellerine sağlık. Bu kadar hızlı biteceğine inanmıyordum,” dedi çek defterine uzanırken.

“Siz gözünüzde büyütmüşsünüz hocam. Yazmaya ve okumaya başlayınca kendimi alamadım. Beklediğimden çabuk tamamladım. Birkaç anlatım bozukluğunu ve yazım hatalarını düzelttim ancak bariz hatalar da yok değildi,” dedi çekinerek.

“Öyle mi? Yazalı çok oldu. Pek hatırlamıyorum,” dedi.

“Daha önce adı geçmeyen Ayça adında bir kadın var. Kış mevsimini anlattıktan iki sayfa sonra da Foça’da denize giriliyor. Merakımı bağışlar mısınız bilemem. Ama…” derken sözü kesildi. İçeri başka bir öğretmen girdi izin isteyerek. Bir süre sınavlar hakkında konuştuktan sonra diğer öğretmen aceleyle çıktı. Kadına bir çek uzattı öğretmeni.

“Bu kadar işte… Yardımın için minnettarım. Umarım önümüzdeki sınavını etkilememiştir. Seni aramızda görmeyi canı gönülden dilerim. Kendine iyi bak,” diyerek kadını alelacele gönderdi.

Kadın elindeki hatırı sayılır miktarı görünce şaşırdı. İçeride öğretmeninin ne halde olduğunu merak etti. Ardından okuldan çıktı. Can ile birlikte tatile gitmenin hayalini kurdu.