Tesadüflere inanır mısın? Misal ben cadde üzerindeki sergide dolanırken seni resmettiklerini görsem, resminle tesadüfen rastlaştığıma asla inanmam. Ressamını bulur, yolunu keserim. Nasıl gördü seni, nasıl işledi tuvaline, kaç mevsim sürdü çizmesi, hepsini merak ederim. Cevaplarımı aldıktan sonra Harput Parkı'nda köşedeki banka oturur, bir sigara yakarım. Tiryakisi değilim lakin böyle anlarda iyi gidiyor, diye düşünürüm. Başımın bulutlara değip vücudumun gökyüzüyle bütünleştiğini hissederim. Turnaların bana kanat taktığını sanar, silinik bir hissin girdabında durmadan evrilirim. Her geçen saniye seni başka severim. Sen gelmezsen kapına hep ben giderim. Öyle hafif meşrep filan da değil, gayet aklı başında bu düşüşlerim. Deyim yerindeyse istenmeyen ot gibiyim. Sırf böyle hissettiğim için bir ileri iki geri söylediklerim. Kurulu semt pazarında kararsız teyzelere benzerim. Kah gün doğumundan kah gün batımından hallice ümitlerim. Fezayı siyah bir örtü sarınca sessizce eve dönerim.


Hangi anda kayboldum, bilmeliyim. O anda mı? Şu an da mı? Anı yaşamak mı, bozuk plak gibi bir anda takılı kalmak mı? Anların saati yoktur kanımca. Anın sonsuz bir döngüsü vardır. O döngünün içinde öylece yürür, durursun. Ve tüm bunları düşünürken aniden bulutların kızıllaştığı, köhne bir binaya doğru yol alıyoruz. Buradasın ve bir şekilde şu andasın. Pencereden küçük bir kız çocuğu bizi izliyor. Sakın kafanı aniden dönme. Dönersen sıkılır, utanır, içeri kaçıverir. İnsanların insanlara bakıp masallar uydurmasını seviyorum. Ve zannediyorum ki kız bizi ‘evvel bir zamanın’ içine sığdırdı. Belki de düşleri sürgünde bir prensesin yanında külleri yüreğinde yeniden alevlenen bir prens oldun onun için. Fakat şu an masalın içinde değiliz. Kasım ayından muhabbet ediyoruz, sen ise gözünün ucuyla yolun sonunu gözlüyorsun. Acaba arkana bakarak yürüdüğün gibi sonrasında bu sanrıya dönüp beni tekrar görmek ister misin? Hiç sanmıyorum. Yol kenarındaki erik ağacına yaslanıyorum öylece. Niyetim bu yolun sonunu görmek değildi elbette. Şu an bir rüyanın içinden büsbütün sıyrılmaktayız. Kuşların dilinde, bu senin ebedi özgürlüğün. Al sana bizim ressama gül gibi malzeme. İşte buradan dönüş yok. "Yarından tezi yok. Kahve bavulumu alıp gitmeliyim." diyorum içten içe. Sana ilkbaharın gidişi gibi değil, sonbaharın gidişi gibi veda etmeliyim. Dökmeliyim yapraklarımı yoluna, usulca ölümü beklemeliyim. Esmer bir vakitte izimi kaybettirmeliyim. Rüyaların büyüsüne gömülmeliyim.


Nihayetinde ömür tesadüflerle dolu değil, sürekli bize bir şeyler anlatmaya çalışan 'anlar silsilesi'dir. Yaratıcı, yarattıklarının kaderini bu kadar yazıp çizmişken 'tesadüf' denilen kavram nasıl mümkün olabilir? Zannımca bulutların sürüklenişinde, karıncaların yürüyüşünde anlam arayışına girmek gerekir. 

Ruhları dünyadan ötekileştirmek yalnız ölümle mümkün değildir. Bir anda yolumuzu, nefesimizi, kan akışımızı kesen her şey aslında ölümün türevidir. Nitekim ölüm her nerede, nasıl olursa olsun aniden önümüze çıkmaz mı? Yaşadığımız yıkımlar, rüyalar, kıyımlar ve yanılsamalar bir nevi insanoğlunu ölümün davetine icabet etmeye hazırlamaz mı? Mesela pişmanlıkların bütünü, yitirilen zamanın ardından gerçekleşmez mi? Evet, insan nefsi kör ve bencil olduğundan göz ardı ettiği çoğu şeyin değerini ne yazık ki bilmez. 

İşte ağzımın içinde geveleyip durduğum, kalemim döndüğünce kağıda döküldüğüm mevzu bu. Bu rüya bir tesadüf değil, bu rüya benim ölümümden bir parça. Bende yavaş yavaş yiten duyguların kıymetini anlamam için döndürülen devinimli çark gibi.

Anlayacağınız artık o ardına baksa da bu rüyanın sadece inzivaya çekilmiş bir sözüyüm.

"Ben güzel ömrünün naçizane bir köşesine ustaca ve usulca örülmüşüm."