Yağmurlu bir akşam vakti şehrin ücra köşesindeki sakin kafelerden birinin en köşedeki masasına oturmuşlardı. Birini sağına, diğerini soluna aldıktan sonra “Anlatın bakalım, sizi dinliyorum. Mümkün oldukça araya girmeyeceğim.” dedi. Bir süre karşılıklı bakıştıktan sonra birisi söze girdi: 

“Sanırım artık kararımı verdim.”

“Bu kadar kolay mı bu kararı vermek?” 

“Elbette değil. Ani verilmiş bir karar da değil zaten. Uzun uzun düşünüldü.”

“Neye göre, kime göre uzun? Belki de daha fazla düşünmen gerekiyordur?”

“Sanmıyorum. Benim için yeterli bir süre bu. Zaman geldi, hissediyorum. Ben bu hayata doydum.”

“Peki ama neden?”

“Yapamıyorum. Gücüm kalmadı artık.” 

“Pes etmemelisin. Bu hayatta yalnız değilsin. Düşünmen gereken insanlar var. Biz varız.”

“Pes etmemek için çok çabaladım. Yapayalnız hissediyorum artık. Çevrem kalabalık ama bu yalnız hissetmemi engellemiyor. Bazen bir kişinin yokluğu binlercesinin varlığından ağır basabiliyor.”

“Bize bunu yapmaya hakkın yok.”

“Kendime de başka türlüsünü yapmaya hakkım yok. Devam edersem zararı kendime olacak.”

“Bu durumda kendine faydalı bir şey mi yapmış olacaksın?”

“Evet. Benim için en iyi yol bu artık. Daha fazla katlanmak için gücüm yok.”

“Peki ya sorumlulukların ne olacak?”

“Yeni maceralara, sorumluluklara karşı ilgimi ve hevesimi yitirdim. Hiçbir şey ilgimi çekmiyor artık.”

“Sevdiklerin var, seni sevenler var. Dönüşü olmayan bir yol bu. Daha iyi düşünmelisin.”

“Herkesi, her şeyi, her ihtimali düşündüm. Kalmanın da gitmenin de öncesiyle ve sonrasıyla muhasebesini yaptım. Kaldıkça kimseye faydam dokunmayacağı gibi kendi içimdeki ızdırabı da bastıramayacağım.”

“İnsanlara acı çektireceksin, bundan zevk mi alıyorsun?”

“Hayatımda ilk defa bilinçli olarak bencilce hareket etmek istiyorum. Hepsi bu.”

“Bunu yenebilirsin, bunu yenebiliriz. Yeter ki uzatılan elleri tutmaya çalış.”

“Uzatılan elleri tutsam da çıkamam bu bataktan. Sadece elini uzatanları da yanıma çekmekle kalırım. Belki de hâlâ kalıyorum. Beynimin içindeki sesi susturamıyorum. Her nefes alışımda canım yanıyor. Buna bir son vermek zorundayım.”

“Dinlememeye çalış o sesi. Dikkatini başka şeylere vermeye çalış. Biraz daha çabala. Pes etmemelisin.”

“Dikkat falan kalmadı. Ben bunlarla baş edemiyorum. Bütün gücümü bu uğurda harcadım. Kendimi batmakta olan bir gemi gibi hissediyorum. Su içeri doldukça doluyor, dışarı bir damla bile akmıyor.”

“Kurtarabiliriz seni. Biraz şu düşüncelerden uzaklaşabilsen...”

“Mümkün değil artık. Kendimden kaçmaya çalışmaktan yoruldum. Anılarımdan kaçmaya çalışmaktan yoruldum. Beynimi kemiriyorlar. Nereye gitsem peşimden geliyorlar. Kaçmak için uyuyorum, bu sefer de rüyama geliyorlar. Tahammülüm kalmadı. Beni anlamanızı istiyorum.”

“Seni kaybettikten sonra anlamak neye yarar? Hayat güzel. Yarınlar umut dolu. Kimler kimler düştü buralara, kim bilir... Bir şekilde çıkılıyor. Hayat akıyor, ayak uydurmalısın sadece.”

“Hayat akmıyor bir süredir benim için. Durgun bir su misali... Devinimden başka bir şey göremiyorum artık. Kalmak için tek bir neden göremiyorum. Sevdiklerimin acı çekecek olması benim bugüne kadar dayanmamın tek sebebiydi. Ama bu acıyla devam ettiğim her gün yine acı çektireceğim insanlara. Başaramadım ben. Ayak uyduramadım bu dünyaya, insanlara... Bütün eksikliklerimle çekip gideceğim.”

“Dua edelim senin için, belki daha iyi olursun, olmaz mı?”

“Tanrı tarafından da terk edilmiş hissediyorum kendimi. Aylardır her gece dua ediyorum son gecem olsun diye. Her sabah mutsuz bir şekilde isyan ederek uyanıyorum yeni bir güne. Neden diyorum, neden izin vermiyorsun bitmesine bu acının? Mazoşist gibi davranıyorsun. Acı çekiyorum, yalvarıyorum sana. Neden dindirmiyorsun acılarımı? Neden benden bekliyorsun? Görüyorsun halimi. Bitir artık şu oyunu. Ben çıkayım, oyun yine devam etsin. Sen yapmayacaksan ben yapacağım artık. Yeterince bekledim.”

“Biraz umut insanı hayata bağlayabilir. Umudunu kaybetme, yalvarırım.”

“Umut diye bir şey kalmadı benim içimde. Hepsini alıp götürdüler benden. Hayata tutunduğum dallar çok inceymiş. İlk rüzgar kırdı hepsini. Düşmek kaçınılmaz oldu. Yeri dolmayacak boşluklar var içimde. Lütfen benim için bu süreci daha fazla zorlaştırmayın. Anlayış gösterin. Kızmayın, üzülmeyin arkamdan. Güzel anın beni. İyi hatıralarla aklınıza geleyim. Hiç unutmayın. Yıllar unutturamasın beni size. O buradaydı diye düşünün. Gittiğimiz yerlere gidin ve oralarda anın beni. Buraya beraber gelmiştik deyin. Bazen bir şarkıda geleyim aklınıza, bazen yediğiniz bir yemekte, okuduğunuz kitapta ya da izlediğiniz bir filmde... O da severdi diye geleyim aklınıza. Devam edin, tutunun hayata. Mutlu olmaya çalışın. Ben başaramadım ama siz başarın. Benim için başarın hatta. Bana adayın hayattaki başarılarınızı. Belki bir yerlerde sizi hâlâ izliyor olurum.”

Bir el silah sesi geldi köşe masadan. Kafedeki birkaç müşteri ve çalışanlar panik halinde koşuşturmaya başladılar. Masaya kimseyi yaklaştırmadı garsonlar. Kısa bir süre sonra olay yerine gelen polisler masada bir ceset gördüler. “Kafasına sıkmış.” dedi polislerden biri. Garsonlardan birini çağırdılar. “Nedir olay?” 

“Valla komiserim, adam tek başına geldi masaya. Çay söyledi. Çayı götürdüğümde ben çağırana kadar rahatsız etmeyin dedi. Yanına gitmedik bir daha. Yalnız ara ara baktığımda sürekli bir şeyler yazıyordu. Ara ara da kafasını sağındaki ve solundaki sandalyeye çeviriyordu. Sanki birileriyle konuşuyor, konuştukça da yazıyor gibiydi. Tuhaf adam diye düşündüm. Sonra silah sesini duyduk. Müşterileri çıkarıp sizi aradık.”

Masaya yaklaşan polis, maktulün kafasını biraz kaldırıp kan bulaşan kağıdı eline aldı. Bir müddet yazılanları okuduktan sonra yanındaki polise döndü:

“Kendi iç hesaplaşmasını anlatmış sanırım. İntihar mektubu yazmaya çalışmış gibi.”

“Kendini ikna etmeye çalışıyordu belki de komiserim.” dedi garson.

“Belki de.” dedi polis.