HİÇ SEVİLMEYECEĞİZ LAN



2008 yılına giriyorduk galiba. Bilmiyorum, belki de 2009'dur. Aman! Neyse işte. Benim, bu güzel hatıramı 2008 yılına atayasım var. İtirazı olan yoksa devam edeyim.


Zülküf abi, Hacı abi ve ben, üçümüz bir arada olacaktık yeni yıla girerken. Ben dışardan gelmiş bir öğretmendim, onlar ise kendi memleketlerindeydiler. Ama üçümüzü birleştiren bir ortak payda vardı yine de. Ve galiba bu, kendine has bir garibanlıktı. Parasız pulsuz olmak gibi değil, hiç sevilmemiş olmak anlamında bir garibanlık. Bir vakit insan, yani gençken, sevileceğini düşünüyor ya da umuyor. Sanıyor ki bu, bir zaman meselesidir. Ve sonra, belirli bir yaşa gelince ise, anlıyor ki bu, zaman meselesi falan değil. O, şu dünyadan, gerçekten sevilmeden gidecektir. Efendim, bunu kabullenmek öyle kolay bir şey değil. En yakınındakiler bir şekilde sevgili olur, evlenir, çoluk çocuğa karışır ama sen, öylece, uzaktan bakarsın sadece. İşte üçümüzde de böyle bir durum vardı ve bu gizli yaramızı sulayıp yeşertme niyetindeydik... Belki de tüm bunlar benim uydurmalarımdır. Belki de içmeye mazeret arıyorduk sadece. Ne fark eder ki? İşte bu hissettiklerimi de hatırama atama niyetindeyim. Var mı itirazı olan? Yoksa, devam ediyorum. Efendim, dediğim gibi üçümüz de yaralıydık ve bir araya gelmek için seçtiğimiz yer de buna en uygun yerdi; sendika... Akşam olduğunda ben, "gardaşlar, içkiler benden" diyerek haylice bira götürmüştüm. Öyle ince bir ayardaydı ki, gecenin sonunda muhakkak sarılıp birbirimizi öpecektik...


Ve, gece başladı, biralarımızı yudumladık. Zülküf abi bir türkü açmıştı bilgisayardan. O ay boyunca belki bininci defa dinlediği türküydü bu; Muharrem Temiz'in söylediği "Nedendir" isimli uzun hava... Lambalar kapalı, ortam loş, biz kederli. Muharrem Temiz: "günden güne yaralarım sökülür/böyle imiş kaderimiz nedendir" diyor, biz çaktırmadan tavana bakıyoruz. Ne görmeyi umuyoruz tavanda? Bir şey gördüğümüz yok elbette. Sadece, böyle bir yerde ve böyle bir anda bir arada olmanın garipliği var. O ara Zülküf abi elini sertçe masaya vurup "ah ulan ah" diyor. Bir şey demiyoruz ama anlıyoruz. 


Zaman geçiyor. Beşinci biralardayız. Bir ara Hacı abi, kalkıp bizi öpmeye çalıştı. "Hacı dayı, daha üçüncü biradayız, ağır ol" dedim, oturdu. Şimdi ise tam zamanı. Kalkıp önce Zülküf abiyi sonra da Hacı dayıyı öpüyorum. Onlar da birbirini öpünce, zamanıdır deyip dışarı çıkıyoruz... Millet yeni yıla gireli birkaç saat olmuş. Bizim için, hatırası olmayan yeni günün de yeni yılın da bir kıymeti yok. Aslında, hatırası olmayan hayatın da bir anlamı yok. Ama üçümüz de biliyoruz ki bugünü hiç birimiz unutmayacağız.


Dışarı zehir gibi soğuk, yerlerde kar ve buz. Üşümüyoruz ama. Hacı dayı bir şeyler diyor ama duymuyorum. Aklım fikrim, ağzımdan çıkan buharda. O güne değin ağzıma tek bir sigara koymadığım için, çıkan buharı sanki dumanmış gibi hayalliyorum. Kendi kendime "sigara içsem bana yakışırmış" diyorum. Aklıma böyle bir düşünce geliyor. Sigara içmek bir insana yakışır mı mesela? Bunun da yakışığı olur mu? Olur galiba. Hiç kimse için olmasa da bana yakışırdı bence. Komik ama bunu sınayasım geliyor ve "Zülküf abi, bana bir cıgara versene hele" dememek için zor tutuyorum kendimi. O ara Hacı abi, "öyle değil mi Umut hoca" diyor. "Dayıcım, tam da ben bana sigarayı yakıştırırken, oldu mu şimdi bu" diyorum. Şaka la şaka. Hemen de inanıyorsunuz. "Elbette Hacı dayı, ya nasıl olacaktı" diyorum.


Bir avuç şehirdeyiz. Üç beş adım sonra evler seyreliyor. HOHHOYT diye bağırıyorum yüksek perdeden. Kar, sesi hemen yutuyor. "Gördün mü Zülküf abi, kar, sesi nasıl da yuttu" diyorum. Zülküf abinin felsefe saatindeyiz. "Ömrü boyunca şunu hiç tatmayacak insanlar var hocam" diyor. Nasıl da haklı. Haddimmiş gibi, karın sesi yuttuğunu hiç bilemeyecek olanlara üzülüyorum. Sonra aklıma şu geliyor; "lan, Allah'ın siktir ettiği bir yerde, siktir olmuş bir vakitte kendi de siktir edilmiş bir insansın. Sen kimsin ki birilerine üzülüyorsun?"


Geride kaldım. Arkadaşlarım biraz açıldılar. Adımlarımı açıp Hacı dayının koluna giriyorum. Sokak lambasının ışığında, yerde gölgelerimiz... "Gardaşlar, bizi sahiden kimse sevmeyecek lan" diyorum. Sendikada değiliz, bakacak tavan yok. Dönüp bana bakıyorlar. Hacı dayı, "Umut hocam, ben seni sahiden seviyorum" diyor gülerek. Lan! Lan! Bak hele şu söze. "Ben de seni, sizi sahiden seviyorum" diyorum. Bu sefer alkolün tesirinden değil, sahiden sarılıp öpüyoruz birbirimizi.




01 Ocak 2023

Buca